kur’an’ı hz. peygamber kendi elleriyle yazmış olsa idi
- niçin, “mekke’nin feth edileceğine ve mekke’ye korkusuzca ve güven içerisinde girileceğine" dair ayet indirip, feth edilememe ihtimaline karşı davasını riske atsın! (fetih suresi, 27; bkz. ibni kesir, 4/201) evet, kur’an’ı -haşa- hz. peygamber (sav) kendi elleriyle yazmış olsa idi, böyle cesaretli ve riskli bir ifadeyi kur’an’a koymaya çekinirdi. çünkü, henüz savaşlar devam ederken, islam yeni yeni yayılırken düşman elinde bulunan mekke’nin feth edileceği, üstelik feth etmekle de kalmayıp oraya “güven ve korkusuzca” girileceğine dair ayrıntı bilgiyi dahi eklemek son derece riskli olurdu. “ya feth edemezsek, ya da feth ettik ama oraya güvenle değil çetin savaşla girersek” diye ihtimalleri göz önünde bulundurur ve böyle bir ifade yazmazdı. ancak, ayetin başında edinilen yemin, bu olayın kesin gerçekleşeceğini açıkça ifade etmekle ayetin insan elinden çıkmadığını açıkça göstermektedir.
- niçin, perslerin rumları hezimete uğrattığı ve ülkelerini haritadan yok ettiği, rumların ellerinde doğru düzgün savaşacak bir ordu ve teçhizat dahi kalmadığı, istanbul’a kadar gelen perslerin galibiyet kutlamaları yaptığı savaş hakkında, "rumlar birkaç yıl içinde (bid’i sinin, 3 ila 9 yılı ifade eden kelimedir (ez-zerkâni, 2/396-98) muhakkak galip gelecekler.” diye ayet indirip rumların savaşı kazanamama ihtimaline karşı davasını riske atsın! (rum suresi, 1-5) persler gücüne güç katmışken kur’an’ı -haşa- hz. peygamber (sav) kendi elleriyle yazsa idi böyle kesin, riskli ve cesurca bir ifadeyi kur’an’a eklemeye çekinir, rumlar galip gelmezse insanların kendisinden uzaklaşacağından korkardı. ayet, 616 yılında mekke’de inmiş, romalılar 622’de karşı atağa geçmiş, 623’te galibiyete başlamışlar ve 625 tarihinde kesin zafer kazanılmıştır. daha sonra savaş iki yıl daha devam ederek rumlar perslerin işgal ettikleri toprakları geri almış ve onları dicle ve fırat gerilerine atmışlardır.
- niçin, hz. muhammed (sav) bir şair olmamasına, kırk yaşına kadar okuma yazma bilmemesine ve şairliğin, edebiyatın zirvede olduğu bir toplulukta yaşamasına rağmen, devrin şairlerine, asırlara ve kıyamete kadar gelecek tüm insanlığa meydan okuyup "kuran’ın benzeri bir sure asla getiremeyeceksiniz" diye ayet indirsin ve birilerinin benzerini getirebilme ihtimaline karşı davasını riske atsın! (bakara suresi, 23-24) evet, kur’an’ın benzersiz arapça belagatı, cezaleti, i’cazı ciltler dolusu kitapla islam alimleri tarafından ortaya konulmuştur. asırlardır kur’an’ın bir benzeri kelam getirilememiştir. getirilebilseydi zaten müşrikler kılıca sarılmak zorunda kalmayacaktı. kur’an’ın bir benzerini getirir ve islam’ı yok ederlerdi. dolayısıyla, insanların başarmaya aciz kaldığı bu meydan okuma, ancak alemlerin rabbinden gelebilir. okuma-yazma bilmeyen bir ümminin (sav) tüm dünya'ya meydan okuyarak yazmaya cesaret edebileceği bir ifade değildir.
- niçin, teheccüd namazı gibi meşakkatli, gece yarısı uyanıp kılınacak bir namazı, ömrü boyunca kendisine farz kılacak bir ayet indirsin, yani ömrü boyunca -derdi dünya olan birisinin bakış açıyla zikredersek- rahatını bozacak bir ayet yazdırsın! halbuki, hz. peygamber (sav) âlemlere rahmet olarak gönderilmişken, günahları bağışlanmışken kendisini ibadetten muaf tutması gerekirdi. ancak, muaf tutmak bir tarafa kendisine fazladan teheccüd namazı farz kılınmıştır.
“gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere teheccüd namazı kıl.” (isra suresi, 79)
üstelik, bu gece namazının süresiyle ilgili şu ayet inmişti:
“(ey muhammed) kalk! birazı hariç olmak üzere gecenin yarısını ibadetle geçir. yahut, bundan biraz eksilt veya arttır.” (müzemmil suresi, 2-3)
yani, hz. peygamber (sav) mesela dokuz saatlik bir gecenin yarısı olan dört buçuk saatini ibadetle geçirecek, bazen bunu üçte birine kadar düşürüp üç saat, bazen de üçte ikisine kadar çıkarıp altı saat ibadet edecektir. insanın bir hafta dahi takat getiremeyeceği müzemmil suresi’nde taktir edilen bu ibadet 1 yıl devam etti. hz. peygamberin (sav) yanında bazı sahabeler de bunu uyguladı. hatta sahabenin ayakları ibadetten su toplamıştı. bu emirde ağır bir vahyin ilerisi için hazırlık murad edilmişti. gereken hazırlık yerine gelincede surenin son ayeti nüzul olmuş, insanın sabretmekte ve geceyi taktir etmekte zorlanabileceği bu ibadet yükümlülüğü hafifletilmiş ancak hz. peygambere (sav) teheccüdün farz olması hükmü, sadece ona özel, ömrünün sonuna kadar devam etmiştir. (bkz: isra, 79) resulullahın (sav) evinde geceleyen ibni abbas (ra), o'nun (sav) gecenin üçte birinde ibadet ettiğini gördüğünü (buhari, tefsir, sure 3, 17/18) bildirir. yine, gece ibadet edip uzun uzun ağlaması üzerine hz. aişe'nin (ra) "allah senin günahlarını affetmişken niçin bu kadar kendini üzüyorsun" sorusuna efendimizin (sav) "allah'a şükreden bir kul olmayayım mı!" cevabı manidardır. (buhari, teheccüd, 6; müslim, münafikun, 79-81)
kur’an’ı -haşa- peygamber kendi elleriyle yazmış olsa idi, bir insanın şu dünyada en çok lezzet duyacağı uyku nimetinden mahrum kalacağı ayetler niçin kur’an’a yazdırsın! nafile olarak kıldığı diğer pek çok namaz, nafile oruçlar, yemeklerden doymadan kalkması, zühd hayatını tercih etmesi vb. de bunun cabasıdır.
- niçin, hz. muhammed (sav), yakında yapılacak bedir savaşı hakkında “muhakkak, o topluluk bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar” diye ayet yazdırsın (kamer suresi, 45-46; bkz. taberi, 27/108) ve bedir savaşında düşman üç katı kuvvetle gelmişken “ya yenilirsek davam yok olur” ihtimalini hesaba katmasın ve cesurca böyle bir ayet yazdırabilsin! ayette hiçbir ihtimal, “yenmek için elinizden geleni yapın, böylece üstün gelirsiniz” gibi ifade bulunmadan kesin bir dil kullanılmıştır. üstelik, savaşın kazanılmasını ön gördü diyelim, arkalarını dönüp kaçacaklarına dair ayrıntı bir bilgi de nereden çıkmaktadır! “tüm bunlar olmasa şu etrafımdaki bir avuç müslüman kur’an’dan şüphe edecek” diye cesurca bir ifadeyi çekinmeden kur’an’a niye koysun ve davasını riske atsın! savaşta da, tıpkı ayette bildirildiği gibi müşrikler bozguna uğramış ve arkalarını dönüp kaçmışlardır.
- niçin, henüz ebu leheb ölmemişken ebu leheb'in iman etmeden öleceğine ve cehennemlik olacağına yönelik ayet yazdırsın! ebu leheb, “iman ettim” dese, ayet hz. peygamber (sav)’in aleyhine dönecekti. hz. peygamber (sav) -haşa- kur’an’ı kendi elleriyle yazsa “ebu leheb, ya beş yıl, on yıl sonra iman ederse” diye hesap yapmadan riskli ve cesurca bir ifadeyi kur’an’a koysun. (tebbet suresi, 1-5; bkz. razi, tebbet suresi tefsiri) üstelik, ebu leheb hz. peygamberin (sav) amcasıdır. kabilecilik fikrinin yüceltildiği bir törede amcası hakkında inen ayet, kur’an’a hz. peygamberin (sav) müdahalesinin olmadığının açık bir delilidir.
- niçin, kendisine eziyet ve suikastların bolca kurulduğu dönemlerde, "seni düşmanlarından koruyacağız" diye ayet yazdırıp sonra da "rabbim beni koruyacak beni artık korumanıza gerek yok" diyerek, suikastların başarıya ulaşma ihtimaline karşı davasını riske atsın! (maide suresi, 67; bkz. tirmizi, tefsir, 5/6) “ya savaşlarda vefat edersem, ya suikastlar başarıya ulaşırsa, insanlar kur’an’daki vaadin gerçekleşmediğini görüp kur’an’a iman etmez” riskini düşüneceği ortadayken, böyle bir ayet insan elinden nasıl çıkabilir!
- niçin, "allah'ın nurunu, yani islam'ı tamamlayacağına" (saff suresi, 8 ) dair ayet yazdırıp, kur’an ayetlerinin inişi daha bitmeden, önündeki bir çok savaşı da göze alarak ya da vefat edebilme ihtimaline karşı davasını riske atsın! üstelik, savaşlarda en ön sırada savaşarak ve düşmana savaşta en çok yaklaşan kişi olarak kendisini ve davasını riske atsın! kur’an ayetleri bitmeden vefat etseydi ya da islami hareket mağlub olsaydı davasının batıl olacağını insanların anlayabilme ihtimaline karşı niçin böyle bir ayet yazdırsın! gerçekten de, kur’an’ın son ayetleri nüzul olup allah nurunu tamamladıktan sonra hz. peygamber (sav) vefat etmiştir.
bu niçinler bitecek gibi değildir. geleceğe dair bu kadar riskli ayetin, üstelik ayrıntılarda dahi risklerin bulunduğu ifadelerin sonucunda davanın hiç bir şaşma, en ufak bir yanılma olmadan devam etmesi ve ayetlerin bir bir çıkması tesadüf olamaz! kur’an'ı allah’ın (c.c.) indirdiği, bu kadar mucizevi haberi ve hz. peygamberin (sav) -ehli dünyanın gözüyle- rahatını bozacak ayeti hiç çekinmeden kur’an'a ancak allah’ın (c.c.) koyabileceği apaçık ortadadır.
elbette, islam akıl sahiplerinin idrak edebileceği bir dindir. kalbindeki fitne ve fesattan ötürü allah (c.c.)’ın da kendisini saptırdığı ve kalbini mühürlediği kişilerin bu incelikleri anlaması, onun için gerçekleşmesi zor belki de imkânsız bir beklentidir. yoksa, allah’a ve islam’a inanmayan ama samimiyetle düşünen biri, insaf ile kâinattaki yaratılış harikalarına baksa, allah (c.c.)’ı bulacak, insaf ile islam’ı, kur’an’ı ve hz. muhammed (sav)’i düşünse hakikati kabul edecektir. bizler, yine de onlar yerine düşünelim:
bir ateist, deist vb. gözüyle düşünelim…
arabistan çöllerinde okuma yazma bilmeyen bir zat (sav) çıkıyor. küçükken yetim ve öksüz kalmış, hiç bir kütüphanesi, laboratuvarı olmayan bir çöl diyarında büyümüş, herkes nasıl bir ömür yaşadığına şahit olmuş. kırk yaşında kendisine peygamberlik geldiğini iddia etmiş. o güne kadar tek vasfı “güvenilir ve doğru sözlü” olması. başka herhangi bir vasıf kendisine itham edilmemiş. âlim, sihirbaz, şair, komutan, deha vb. vasıflar daha önce kendisine verilmemiş.
- ancak, nasıl oluyorsa bu insanda, kırk yaşına kadar hiç bulunmayan vasıflar sanki içine aniden yükleniyor gibi, bir anda ömrünü şairliğe vermiş insanları hayrete düşürecek ve şairlikte zirve yapmış toplumu aciz bırakacak belagatlı ifadeler söyleyebiliyor, “benzerini asla getiremezsiniz” diye dünya’ya meydan okuma cesareti gösteriyor, herkesi kur’an belagatına karşı aciz hale getirdiği için belagatla üstün gelemeyeceğini anlayan mekkelileri kılıçla mücadeleye mecbur bırakabiliyor!
- yirmi üç yıl boyunca kur’an üslubu ile hadis üslubunu bir kez dahi birbirine karıştırmıyor. kendi üslubunun kur’an üslubundan bambaşka olduğu açıkça görülebiliyor. demek ki, ayetlere bir müdahalesi yok.
- ömründe sihrin s’sine bulaşmamış olmasına rağmen gösterdiği mucizelerle akılları dehşete düşürüyor, akıl sahiplerini kendisine iman ettiriyor! mesela, sahabiler susuzluktan mahvolacağı bir sırada bin beş yüz sahabenin gözü önünde hz. peygamberin (sav) parmaklarından kaynak gibi su akıyor ve bin beş yüz sahabe bu sudan kana kana su içip abdest alıyor. (buhari, ilim: 39; müslim, zühd, 72; ebu davud, ilim, 4, tirmizi, fiten, 70, ibni mace, mukaddime, 4) bu ve benzeri bine yakın mucize allah’ın izni ile üzerinde zuhur ediyor. bir insan diyemez ki, “uydurmadır.” beş, on, yüz… bin beş yüz sahabede mi aynı yalana ortak olmaktadır! üstelik, madem sahabiler bunları kendileri uydurmuş, niçin kendi uydurdukları bir yalan uğruna efendimizin (sav) vefatından sonra vatanlarını, ailelerini bırakıp binbir eziyete katlanarak, at sırtında ve yürüyerek onbinlerce kilometre yol katetmiş, anadolu’ya, afrika’nın batısından endonezya’ya kadar gitmiş ve islam’ı anlatmak için bir ömür rahatlarını bozmuşlardır. evet, gördükleri kur’an’ın ve hz. peygamberin (sav) delilleri, islam’ın yüceliği karşısında içlerine ateş düşmüş ve engin bir imanla ancak bunu yapabilmişlerdir. bu kutlu neslin kendi uydurdukları bir yalan uğruna bu zorluklara seve seve katlandıklarını iddia etmek, ancak akıldan istifa etmekle mümkündür.
kimileri de der; “mucizeleri aklım almaz! peygamberin nasıl elinden su gelir, nasıl bir işaretiyle ayı ikiye ayırır, nasıl küçük bir tas yemekten yüzlerce sahabi doyar, nasıl bir ağaca gel dediğinde kökünden çıkıp gelir, git dediğinde yerine gider.” bediüzzaman’ın güzel bir örneğinden esinlenerek cevap vermek gerekirse; birisinin bir gücü olduğunu varsayalım ki, bir işaretiyle bir dağı yerinden kaldırıp başka bir yere koyabilsin. sonra deseler ki, bu zat bir işaretiyle bir kalemi yerinden kaldırıp başka yere koyabildi. elbette inanırız. “zira, dağı yerinden kaldırmaya güç yetiren, bir kalemi mi kaldıramayacak!” evet, kâinatı yaratan, milyonlarca ışık yılı ötelerde milyarlarca galaksi içinde milyarlarca yıldızı yaratmaya ve çekip çevirmeye güç yetiren, dünya’yı dağları, engin denizleri yaratmaya güç yetiren allah (cc), bir peygamberinin elinden su getirmeye mi güç yetiremeyecek, kulunun bedenini miraç gecesi göğe yükseltmeye mi güç yetiremeyecek! bunun, hiçbir mantıklı izahı yoktur. kudreti sonsuz olan bir yaratıcı her şeye kadirdir. ol der ve oluverir. mucizeler, peygamberlerin yeteneği değil allah’ın izin vermesiyle oluşan harikulade olaylardır. hz. musa (asm)’ın da gösterdiği mucizeler karşısında sihirbazlar, “bu bir sihir olamaz, sihrin gücü buna erişemez, musa’nın rabbine iman ettik” diyerek iman etmişlerdir.
- düşünmeye devam edelim! yine bu zat (sav), ömrü boyunca devlet yönetmemişken bir anda ömrünü devlet yönetimine, siyasete vermiş insanların becerilerinin çok üstüne çıkarak devlet kurup yönetecek hale geliyor!
- bir anda ömrünü orduya, savaş tekniklerine veren komutanları, savaşlarda alt edecek seviyeye ulaşıyor ve ordu yönetiyor, kendi ordusundan kat be kat daha büyük orduyu ve orduları deviriyor. on yıl gibi kısa bir sürede “sıfırdan” bir devlet kurup 3.000.000 km karelik bir alanı (türkiye’nin yaklaşık dört katı) feth ederek tarihe geçiyor! ki, tarihte kısa zamanda bu başarılara ulaşan imparatorlar, hazır bir ordu ve devlete konarak bu becerebilmiştir. ancak, hz. peygamber (sav), elinde bir ordu, devlet olmadan en baştan başlayarak 10 yıl gibi kısa bir sürede bunu başarabiliyor. bu ancak allah’ın yardımıyla mümkündür.
- karşısına bir dünya dolusu insan ve güç almışken, davasından zerre tereddüt etmiyor, azınlık olmasından korkmuyor, işkenceler, eziyetler, servet ve kadın teklifleri onu davasından vazgeçirmiyor! “şu dünya hayatını bir defa yaşayacağım, bu güzel teklifleri kabul edip zevkü sefa süreyim.” diyerek davasından dönmeyip çileli bir hayatı tercih ediyor! hâlbuki, haşa kur’an’ı kendi elleriyle yazsa, derdi dünyalık demektir ve derdi dünyalık olan bir insan, böyle çile, eziyet, ambargo, fakirlik, savaş, dostlarını, akrabalarını kaybetme, kendisine inananlara gelen belalar karşısında tahammül etmekte zorlanır. kaybettiği dünyalıklara, kendisi uğruna çile çeken dostlarına üzülür, davasından tereddüt eder. ancak, tüm bunlar o’nun davasından zerrece tereddüt etmesine sebep olmamıştır.
- kendisine inen din ile kendisini hiçbir ibadetten, savaştan muaf tutmuyor, aksine teheccüd gibi meşakkatli namazı kendisine farz kılıyor, herkesten çok nafile ibadet yapıyor, az yiyor, az uyuyarak ibadetten ayakları şişiyor, savaşlarda en ön safta çarpışıyor, vahşi bedevilere, ahlak sınırları dışında davranışlara son derece sabır ve tahammül gösteriyor, benzersiz bir ahlak anlayışı gösteriyor.
- bir anda, kırk yaşına kadar ilim tahsil etmiş ve okuma yazma biliyormuş gibi ilim ve irfan sahibi her insanı kendi safına çekebiliyor. sadece devrin tarih bilgisinde ileri gitmiş bir kaç âlimin bilebildiği şeyleri onlardan öğrenmemesine rağmen bir âlim gibi bilebiliyor, tarihi yaşamış gibi anlatıyor. o âlimleri kendisine iman ettiriyor. elbette, kendilerinden ya da bir başkasından bunları öğrense kendilerinden biat alabilir miydi!
- davetinden maddi bir karşılık, çıkar beklemiyor. fakirliği tercih ediyor, ailesine sade yaşamayı öğütlüyor, ömrünün sonlarına doğru islam devleti zenginleşse de sade hayatına devam ediyor, yamalı cübbe giyiyor, hasır üzerinde uyuyor! üstelik, sahip olduğu malları dağıtmakta, infak etmekte en ileri seviyede bulunuyor, kendisinin ve ailesinin yiyecek-giyecek ihtiyaçları olduğu zamanda dahi başkalarını kendisine tercih edecek kadar dünya malına tamah göstermiyor!
- bir anda, yahudi, hristiyan, ateşe tapan, puta tapan ve inançlarıyla büyük otorite kurmuş güç sahibi insanların otoritelerini ellerinden alabilecek güce erişiyor! onlara başkaldırıp, dünyanın dört bir yanına yayılmış güçlü inançları ve o inançlardan olan insanların inanışlarını yıkabiliyor!
- bunların yanında, taşa, toprağa hatta yedikleri helvaya dahi ilahlık atfeden bir kavme karşı bu kadar üstün icraatleri “elçi” sıfatıyla yapıyor. hâlbuki, vahiy almasaydı bu büyük devrim karşısında kendisinin ilah olduğunu iddia etmesi, elçi olduğunu iddia etmesinden daha tutarlı bir yaklaşım olurdu ve bu hususta mekkelilerden yine biat alabilirdi. ancak, tüm bu değişimlere rağmen, kendisine ilahlık vasfı yakıştırılmasını yasaklıyor ve büyük başarıları kendisine değil allah’a atfediyor. hâlbuki, derdi dünyalık kazanç, makam, mevki olan birisi, başarılarını üstlenmeye, sahiplenmeye ve başarılarıyla gurur duymaya çalışan, “şunu yaptım, bunu başardım” diye reklam yapan, bu vesileyle de insanlar arasında itibarını daha da arttırma gayretinde olan birisidir. ancak, kendisinde bu haller zerrece zuhur etmiyor. bu mucizevi kur’an allah’tandır, bu mucizeler de o’ndan’dır, elde ettiğimiz bu başarıyı da allah bizlere lütfetmiştir, diyerek başarılarını üstlenmiyor.
- bir anda, cahiliye adetleriyle insanlıktan çıkmış, toprağın içinde canlı canlı çırpınan kız çocuğuna acımadan toprak atan, çocuğuna bakamayacağını anlayınca çöl ortasına atıp ölüme terk edebilen, helvadan put yapıp ona tapan sonra da onu yiyen, oynadıkları kumarı kaybetmesine karşılık malını, ailesini, kendisini satan, iyilik, doğruluk, insanlık nedir bilmeyen ve adetlerine, törelerine tiryaki olmuş vahşi insanları, melek seviyesine getiren ve sonunda getirdiği, annesinden süt emen yavru köpekleri dahi rahatsız etmemek için koca orduya gidiş yolunu değiştiren öğretiler sunuyor ve bunu herkese benimsetiyor ve ahlaklarını düzeltiyor. büyük âdetleri kısa sürede söküp atıyor. büyük düşmanlıkları, kan davalarını büyük dostluklara çeviriyor. bediüzzaman’ın dediği gibi, devletler binlerce çalışanıyla her alanda mücadele vererek -bırakalım büyük adetleri- küçük bir sigara âdetini dahi tiryakilere bıraktırmakta zorlanır, belki beceremez. ancak, hz. peygamberin (sav) tek başına yaptığı bu büyük icraat öyle ciddi bir başarıdır ki, bu törelerine sağlam bağlanmış vahşi kabilelerde okuma-yazma bilmeyen hz. peygamberin (sav) 23 yılda yaptığı devrimi başarabilmek için yüzer filozof ve devlet adamı yüzer yıl çalışsa, yine de bunu başaramazlar.
üstelik, sadece devrinin değil, kendinden sonra 14 asır boyunca gelmiş insanların hayatlarına getirdiği hukuk ve ahlak kurallarıyla huzur, güven, hoşgörü, adalet ortamı oluşturuyor. asırlar boyunca büyük devletleri adalet içerisinde yaşatabilecek ve bu esaslardan uzakşatıklarında nizamlarını, adaleti, devletlerini kaybettikleri bir düzen getiriyor, suç oranlarını en düşük seviyeye çekebilecek ve varlığını sürdürmelerini sağlayacak hükümler ortaya koyuyor. hâlbuki, beşer kanunları denendikçe aksaklığı tespit edilir, belirli periyodlarla “bu kanun olmadı, adaletsizlik oldu, şunla değiştirelim” denilir. kur’an ve islam nizamı bir kere inmiştir ve değiştirilmesine gerek kalmadan asırlarca adalet dağıtmıştır. çok kısa bir sürede böyle büyük, çelişkisiz ve sonradan düzenlemeye, değiştirmeye ihtiyaç bırakmayacak bir nizamı, değişimi tarih boyunca herhangi bir devlet adamı başarabilmiş değildir ve bu adaleti tahsis edebilmiş bir devlet sistemi görülmemiştir.
dikkat edelim! bu zat (sav), kırk yaşına kadar insanların dilinde sadece “doğru sözlü, güvenilir” olarak tanınan, okuma-yazma bilmeyen bir insandı. kırk yaşında bir anda bu insana ne oldu ki, bu ve daha sayamadığımız binlercesini yapabilecek duruma geldi! bu başarı bir insana mı aittir, yoksa bunları o’na (sav) sonsuz güç ve kudret sahibi bir yaratan (c.c.) mı yaptırmıştır! hakkaniyetli düşünmek çokta zor değildir. bir kur’an ayetinde şöyle buyurulur:
“de ki: eğer, allah dileseydi, ben size onu okumazdım, allah da size onu bildirmezdi. ben sizin aranızda bundan (kur'an'ın inişinden) önce (kırk yıllık) bir ömür yaşadım. hiç düşünmüyor musunuz!” (yunus suresi, 16)
kur’an’da matematiksel tevafuklar
kâinatın yaratıcısı olan allah’ın kâinata koyduğu düzen ve kanunlar ileri düzeyde metamatiksel hesaplarla ortaya konulmuştur ve kâinatta var olan simetri, kâinatın bir yaratıcı tarafından var edildiğini açıkça ilan etmektedir. yeryüzünde ve evrende bir düzenin varlığı, asırlarca islam âlimleri tarafından dile getirildiği gibi, matematiksel denklemlere dökülebilen bu düzen ve simetri, bilim adamları tarafından da kabul edilmiştir. kuantum fiziğinin öncülerinden olan ve kuantum kuramı formülü ile heisenberg ve schrödinger’i tamamlayan paul a. m. dirac bu hususta şöyle demiştir: “yaratıcı, evreni yaratırken ileri düzeyde matematik kullanmıştır.” (paul a. m. dirac, the evolution of the physicist’s picture of nature, scientific american 208, sayı 5, mayıs, 1963: 53) yine, simetri alanının en uzman kişilerinden biri olan anthony zee, kâinatta var olan muazzam bir simetriden ve bu simetrinin kaynağının yaratıcıdan başka bir seçenekte aranamayacağından bahseder. doğanın kanunlarının esasında doğanın temelindeki simetrileri yansıttığını ifade eden zee, “simetri, maddi dünyayı anlamamızda gittikçe artan merkezi bir rol oynamaktadır. temel fizikçiler, en büyük tasarımın simetrilerle dolu olduğu inancını benimsemektedirler. bize rehberlik eden simetri olmasaydı, modern fiziğin başlaması mümkün olmazdı. fizik, günlük deneyimden uzaklaşıp yaratıcıya yaklaştıkça, akıllarımız sıradan kalıpların dışında düşünmektedir.” der. (anthony zee, fearful symmetry, new york: macmillan, 1986, 280-281)
“kâinatı yaratan allah, kâinatta bu şekilde matematiksel denklemlerle açıklanabilecek manalı kanunlar ve simetriler oluşturduysa, bu kâinatın yaratıcısı olan allah tarafından gönderilen kur’an’ı kerim’de de acaba manalı matematiksel tevafuklar var mı?”, konusu son derece ilgi çekicidir.
kur’an’a hz. peygamber (sav)’in müdahalesinin olmadığının ve allah tarafından gönderildiğinin önemli delillerinden birisi de, 1400 yıldır hiçbir islam âliminin haberdar olmadığı, yaklaşık 50 yıl önce bilgisayarların yaygın kullanılmaya başlanmasıyla keşfedilen, kur’an’da birbirleriyle mana ilişkisi olan kelimelerin tekrarlarındaki matematiksel tevafuklar ve simetrilerdir. bilindiği üzere, kur’an ayetleri bazen ani konuşmalar esnasında, bazen savaş esnasında, bazen bir soru, cevap bulması gerektiği zamanda çeşitli şekillerde, farklı zamanlarda ve farklı yerlerde nüzul olmuştur. bu farklılıklar içerisinde hz. peygamberin (sav) bu oransal bağı düşünmesi ve tutturabilmesi mümkün değildir. buna rağmen, kur’an’ın içinde birbiriyle anlamlı kelimeler mucizevi bir şekilde aynı sayıda ve manalı oranlarda tekrar etmektedir. sahabe döneminden beri kur’an’da sure sayısı, ayet sayısı, kelime sayısı gibi araştırmalar yapılagelmişti. ancak, kur’an’ın farklı ayetlerinde ve apayrı cümleler içinde var olan ve tekrar eden mana ilişkisi içindeki kelimelerin matematiksel oranda tevafuk etmesi ilk defa 1970’li yıllarda abdürrezzek nevfel tarafından keşfedildi. ne hz. peygamber (sav), ne de bilgisayarların icadına kadar herhangi bir islam âlimi kur’an’ın bu mucizesinden bahsetmemiştir. demek ki, bu kelime tekrarları hz. peygamber (sav)’in kontrolü dışında kur’an’a konulmuştur. aksi olsa idi, hz. peygamber (sav) bu önemli delili müşrikleri ikna etmek için kullanır, sonradan gelen islam âlimleri de bu delili dillendirirdi. kur’an’ın arapçasından yani orijinalinden bu kelime tekrarları görülebilir. (bir kısım islam karşıtları, mealler üzerinden kelime taraması yaparak bu delilleri görmezden gelmeye çalışır. hâlbuki, meallerde meal yazanın kelime inisiyatifi vardır ve parantez içinde ya da mealde verilen şahsi açıklamalar da sayıma etki edebilmektedir. bu sayım, kur’an’ın arapça orjinaline hastır ve arapçasından yapılabilir. ayrıca, bu sayımı yapacak kişinin arapça gramer bilgisine sahip olması gerekir. bu mükemmel delili yok etmek için islam karşıtları tarafından sunulan uydurma ve ilimsiz yöntemler kaale alınmaz. bu hususta abdürrezzak nevfel’in bizzat arapça gramer kurallarına göre yaptığı sayım için “kur’an’da ölçü ve ahenk” kitabı incelenebilir.) bu tekrarlara örnekler verecek olursak:
- kur’an’da ‘gün’ kelimesi tekil haliyle (el-yevm ve yevmen) bir yılın günleri sayısınca yani, 365 kere zikredilmiştir. ‘günler’ kelimesi (eyyam, eyyamen ve yevmeyn) 30 kere, ‘ay (eş-şehr)’ kelimesi de bir yılın ayları adedince, yani 12 kere zikredilmiştir.
- ‘bitki’ kelimesi 26 kere, ‘ağaç’ kelimesi de ‘26’ kere zikredilmiştir.
- ‘ceza’ kelimesi 117 kere, ‘affetmek’ kelimesi 117’nin iki katı olan 234 kere zikredilmiştir. allah (c.c.)’ın rahmetinin gazabını geçmiş olduğu hadisi kutsisi bazında düşünürsek, (buhari, tevhid, 15, 22, 28, 55; bedi’ül’-halk 1; müslim, tevbe 14, 2751; tirmizi, daavat, 109, 3537) bu oran son derece manalıdır.
- ‘de’ kelimesi 332 kere zikredilmiş, ‘dediler’ kelimesi de 332 kere zikredilmiştir.
- ‘dünya’ kelimesi 115 kere, ‘ahiret’ kelimesi de 115 kere zikredilmiştir.
- ‘şeytan’ 88 kere, ‘melek’ 88 kere zikredilmiştir.
- ‘insanlar’ kelimesi 368 kere, ‘elçiler’ kelimesi 368 kere zikredilmiştir.
- peygamber isimleri 518 kere, ‘resul’ kelimesi de 518 kere zikredilmiştir.
- insanın yaratılış maddeleri olarak zikredilen ‘nutfe’ kelimesi 12 kere, ‘toprak’ kelimesi 12 kere zikredilmiştir.
- ‘islam’, ‘kur’an’ ve ‘vahiy’ kelimeleri, türevleriyle birlikte 70’er kere zikredilmiştir.
- ‘iman’ kelimesi 811 kere, ‘ilim’ ve eş anlamlısı ‘marifet’ kelimesi toplamda 811 kere zikredilmiştir.
- ‘cehennem’ kelimesi 26 kere, ‘azap’ kelimesi 26 kere zikredilmiştir.
- ‘zekât’ kelimesi 32 kere, ‘bereket’ kelimesi 32 kere zikredilmiştir. zekât, malda bereketin vesilesidir.
- ‘kâfirler’ kelimesi 154 kere, ‘ateş’ kelimesi 154 kere zikredilmiştir.
- 'doğru yola ileten’ (huda) kelimesi 79 kere, 'rahmet' kelimesi 79 kere zikredilmiştir.
- ‘hıyanet’ kelimesi 16 kere, habis (murdar, kötü) kelimesi 16 kere zikredilmiştir.
- ‘akletmek’ kelimesi 49 kere, ‘nur’ kelimesi türevleriyle 49 kere zikredilmiştir.
- ‘fayda, yarar’ kelimesi 50 kere, ‘fesad, zarar’ kelimesi 50 kere zikredilmiştir.
- ‘sevgi’ kelimesi 83 kere, ‘itaat’ kelimesi 83 kere zikredilmiştir. itaat, sevme davasının alametidir.
- ‘musibet’ kelimesi 75 kere, ‘şükür’ kelimesi 75 kere zikredilmiştir.
- ‘karşılık, mükâfat’ kelimesi 117 kere, ‘mağfiret’ kelimesi iki katı kadar 234 kere zikredilmiştir.
- ‘iyilik’ kelimesi 20 kere, ‘sevap’ kelimesi 20 kere zikredilmiştir.
- ‘lanet’ kelimesi 41 kere, ‘beğenilmeyen’ kelimesi 41 kere zikredilmiştir.
- ‘yedi kat gök’ ifadesi 7 kere, ‘göklerin yaratılışı’ ifadesi 7 kere zikredilmiştir.
- ‘ümit’ 8, ‘korku’ 8 kere; ‘sıcak’ 5, ‘soğuk’ 5 kere; ‘hesap’ 29, ‘adalet + hakka riayet etme’ 29 kere; ‘büyü’ 60, ‘fitne’ 60 kere; ‘şiddet’ 102, ‘sabır’ 102 kere; ‘hayat’ 145, ‘ölüm’ 145 kere… (bkz. abdürrezzak nevfel, kur’an’da ölçü ve ahenk, inkılab yayınları
bu örnekler daha da arttırılabilir. elbette, aralarında mana ilişkisi bulunan bunca kelimenin belli oranda, farklı zamanlarda ve en önemlisi farklı farklı ayetlerde zikredilmesi, asla tesadüfe havale edilemez. hz. peygamber (sav)’in, insanları imana davet ederken kur’an’ın delili olarak böyle bir şeyi hiçbir zaman dillendirmemesi, bu kelime tekrarlarına kendisinin müdahalesi olmadığını gösterir. tevafuk eden bu kelime dizilimleri, kur’an’ın allah (c.c.) katından indirildiğinin, kur’an’ın korunduğunun bir başka delilidir. aynı zamanda, kur’an’ın bir benzerinin getirilemeyeceği ayetinin mahiyeti, bu keşiflerle daha da iyi anlaşılmıştır.
“…allah (c.c.), onlarda bulunan her şeyi kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır.” (cin suresi, 28)
kur’an’ın hz. peygamber’in arzusuna uymaması
hz. peygamber (sav)’in ikaz edildiği, ciddi şekilde uyarıldığı, yanlış içtihatlarının düzeltildiği ayetler de, kur’an’a hz. peygamberin (asv) müdahelesinin olmadığını delillendirir. (bu konuda örnekler için bkz. tevbe, 43, 84; enfâl,67; isrâ, 74; ahzâb, 2,37; abese, 1-10; yûnus, 94; en'âm, 35,52; tahrim, 1; nisa, 105; münâfıkun, 6. ayrıca bkz. el-matrafi, âyâtu'l tâbi'l-mustafa (sav), kâhire, 1977)
malumdur ki, halkın kendisine oy vermesini ve itimat etmesini isteyen bir siyasi, insanlığı gereği hatalı bir davranışta bulunsa ya da hatalı bir söz söylese hatasını kabullenmek istemez. hatasını tevil ederek, “kastettiğim farklı bir manaydı, siz bunu yanlış anladınız vb.” der veya rakibinin hatalarını göz önüne getirerek kendi hatasını kapatmaya gayret eder. çünkü, hatanın kabulü ve bu hatanın insanların göz önüne sık sık getirilmesi, insanların kendisine olan itimadının kırılmasına sebep olabilir. bu sebeple, kendisini bunu yapma mecburiyetinde hisseder. haşa, kur’an vahiy olmasaydı, kendisine itimat edilmeyi bekleyen insanlarda görülen bu özelliğin hz. peygamber’de de (sav) görülmesi gerekirdi. ancak, kur’an’da bu durumun tam tersi ayetlere rastlanılmaktadır. hz. peygamber (sav) kur’an’ı kendisi yazmış olsaydı, kur’an’a asla koymayacağı ayetlere abese suresi örnek olarak gösterilebilir. surenin iniş sebebi şudur:
bir gün hz. peygamber (sav), kureyş kabilesinin ileri gelenlerinden bazılarına dini telkinlerde bulunuyor, onları islam’a davet ediyordu. bu toplantı esnasında görme engeli olan (kör, âmâ) ümmü mektum içeri girerek: “ya rasulullah! allah’ın sana öğrettiklerinden bana da öğret.” diye bağırdı. hâlbuki, peygamberimiz o esnada velid, umeyye ibn halef gibi sözlerine çok itibar edilen reislerden birini ikna etmeye çalışıyordu. bu adamlar, kendilerinin yanında fakirlerin bulunup söze karışmalarından hoşlanmazlar, sadece kendilerine ilgi gösterilmesini isterlerdi. ümmü mektum, tekrar hz. peygamber (sav)’e seslendi ve isteğini tekrar etti. hz. peygamber (sav), bu önemli durumda ümmü mektum’u küçümsediğinden değil, mekkenin ileri gelenlerini ikna etmeye çalıştığından ve onların dağılmasından endişe ettiğinden, ümmü mektum’la ilgilenmedi ve ümmü mektum’un böyle sözünü kesmesi kendisine rahatsızlık verdi. bunun üzerine, peygamberimizi (sav) yaptığı davranıştan dolayı tenkit ve ikaz eden abese suresi’nin şu ayetleri indi: (taberi, 30/33-34; ibn-i kesir, 4/470; tirmizî ve ebû ya'la'dan naklen)
1,2. kendisine o âmâ geldi diye (peygamber) yüzünü ekşitti ve arkasını döndü. 3. (ey muhammed!) ne bilirsin, belki o temizlenecek! 4. yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek. 5. ama buna ihtiyaç hissetmeyene (kabile reisine) gelince; 6. sen, ona yöneliyorsun. 7. onun temizlenmesinden sana ne! 8. ama sana can atarak gelen, 9. allah’tan korkarak gelmişken. 10. sen onunla ilgilenmiyorsun! 11. hayır, hayır, asla! çünkü bu (kur'an) bir öğüttür. 12. artık dileyen onu düşünsün.
bu ayetler, toplum kendisine itimat etsin diye bekleyen birisinin kur’an’a yazacağı ayetler değildir. haşa kur’an vahiy olmasaydı, bu durum karşısında hz. peygamberin (sav) “geldiğini fark etmedim, o esnada önemli bir toplantı halindeydik bunu yapmaya mecburdum ya da hatalı olan o’dur” gibi savunmalar yapması gerekirdi. ya da, derdi dünyalık olan biri, karşısında bir kabile reisi varken ve o reisin iknası kabilenin iknası anlamına gelecekken, bir vasfı bulunmayan ve kendisine fayda getirmeyecek kişinin değil, reisin tarafında durur, “reis belki şimdi ya da ilerde bize fayda getirebilir” diye gönlünü hoş tutmaya çalışırdı. ancak, inen ayet kabile reisini umursamamış, ümmü mektum’a değer vermiş, hz. peygamberi (sav) ikaz etmiştir. üstelik, bu kur’an ayeti henüz daha islam yeni yeni yayılırken nüzul olmuştur. demek ki, kur’an’a hz. peygamberin (sav) müdahalesi yoktur. zaten, hz. peygamberin (sav) hem kabile reisini iknaya çalışması hem de onu umursamayan bir ayet yazması bir çelişkidir. bu ayetin nüzulünden sonra ümmü mektum yanına her gelişinde peygamberimiz (sav); “ey hakkında rabbimin beni ikaz ettiği zat, merhaba!” buyurur ve cübbesini onun altına yayardı. bunun yanında, peygamberlerin günahları olmadığı malumdur. peygamberlerde zuhur eden, “daha üstün olan hali terk etmek” şeklindeki insanlığından kaynaklanan bu gibi hatalara “zelle” denilir. yaşanan ve ani gelişen bu olay, hz. peygamber (sav)’in o yüce ahlakına hiçbir zeval getirmez.
yine, bir gün hz. peygambere (sav), ruh, ashab-ı kehf ve zülkarneyn'den sorulunca hz. peygamber (sav) “yarın gelin, sorularınıza cevap vereyim.” buyurmuş ancak “inşallah” demeyi unutmuştu. bir kişi, iki sene sonra, yarın, üç saat sonra gibi gelecekte “filan işi yapacağım” dediğinde, allah izin verirse - inşallah demesi gerekir. ancak, hz. peygamber (sav) bunu söylemeyi unutmuştu. ertesi gün olunca, hz. peygamber (sav), kendisine sual soranlara cevap vermek için vahyin gelmesini bekledi ancak vahiy beklediği zamanda gelmedi. üç gün, beş gün derken vahiy bir türlü gelmeyince bu fırsatı kaçırmayan müşrikler “muhammed’in rabbi, o’nu unuttu!” demeye başlamışlardı. hz. peygamber (sav) buna çok üzülmüştü. (razi, 21/238) vahiy, haftalar sonra geldi ve sorulan sorulara cevap verilmeden önce hz. peygamber (sav) şöyle uyarıldı:
"hiçbir şey hakkında sakın ‘yarın şunu yapacağım’ deme! ancak, ‘allah dilerse, inşallah yapacağım’ de. unuttuğun zaman rabbini an ve ‘umarım rabbim beni, doğruya daha yakın olana eriştirir’ de." (kehf suresi, 23-24)
ikaz içeren bu ayetler de, toplumun kendisine itimat etmesini bekleyen birisinin kur’an’a ekleyebileceği ifadeler değildir. ayette yapılan hataya karşı bir ikaz olduğu gibi, aynı zamanda peygambere yapılması emredilen dua da, kişinin acizliğini ortaya koyan bir dua şeklidir. kur’an haşa uydurulmuş olsa, uyduran kişinin derdi dünya ve toplumun beklentisi olurdu. ancak, emredilen dua şekli, toplumun beklentisini değil allah’ın rızasını gözeten bir dua şeklidir. demek ki, kur’an’a hz. peygamberin (sav) müdahalesi yoktur.
yine, kur’an’ın, hz. peygamber (sav)’in arzusuna uymaması ve beklediği durumlarda vahyin gelmemesi de, kur’an’a hz. peygamber (sav)’in müdahalesinin olmadığını delillendirir. mesela; münafıklar medine’de peygamberimizin eşi hz. aişe’ye (ra) zina iftirası atmış ve hz. peygamber (sav), hz. aişe (ra) ve hz. aişe’nin babası hz. ebubekir (ra) efendilerimiz çok zor günler geçirmiş, bunun yanında müminler büyük şaşkınlık yaşamıştır. düşünelim ki, bir kişi komşusunun kızı hakkında “bu kız anne babası evden gidince eve yabancı erkekler alıp zina yapıyor” diyerek iftira atsın ve kızın kendisini haklı çıkaracak bir şahidi, delili bulunmasın. böyle bir durumda iftiraya uğrayan bu kız ne hisseder! anne-babasının ve akrabalarının hali nice olur! hiçbir komşusunun yüzüne bakamaz, mahalleye çıkamaz, okuyorsa okuluna dahi gidemez hale gelir. bir an önce bu beladan kurtulmayı ailecek dilerler, ellerinde bir delil olsa hemen sunarlar ve sorunu kapatırlar. haşa, kur’an vahiy olmasa ve hz. peygamber (sav) tarafından kaleme alınsaydı bu ağır psikoloji altında, medine’nin karıştığı böyle sıkıntılı bir sürecin çözüme kavuştuğu ve peygamber ailesinin temize çıktığı ayetin hemen inmesi beklenirdi. ancak, bu meselenin iç yüzünü ortaya koyan ayet olaydan bir ay sonra nüzul olmuştur. bir ay boyunca efendimiz (sav) ve ailesi ve müminler bu sıkıntıyla imtihan edilmiştir. inen ayetlerde ise, hz. aişe (ra) temize çıktığı ve ashab sevindiği gibi, “mümin erkek ve mümin kadınların ‘bu bir iftiradır demesi gerekmez miydi!’”, “bu iftirayı ispat için dört şahit getirmeli değiller miydi!”, “eğer, dünyada ve ahirette allah’ın lütuf ve rahmeti üzerinize olmasaydı içine daldığınız şey yüzünden size pek büyük bir azap dokunurdu.”, “siz bu iftirayı basit bir iş zannediyordunuz.” (nur suresi, 11-20) gibi ifadelerle müslümanlar uyarılmıştır. bu uyarılar ve vahyin uzun süre sonra inişi, kur’an’a hz. peygamberin (sav) müdahalesinin olmadığının önemli bir delilidir. bu başlık altında daha pek çok delil getirilebilir.
kur’an’ın üstün i’cazı
kur’an’ın arapçasına has i’cazi delilleri, belâgatı, cezaleti ve benzer mucizeleri başlı başına dev bir eser oluşturur. hatta bu eserler, yine de kur’an’ın sonsuz mucizevi yönünü ortaya koymada aciz kalır. kur’an nazmını insan nazmından ayıran en büyük fark, her kelimenin hatta her harfin tam yerli yerinde olmasıdır. insan eliyle hazırlanan her eser, müellif tarafından geri dönüp tekrar okunduğunda “şu kelime yerine bu daha uygun düşerdi, bu cümlede hata oluşmuş” gibi eleştirilere ve düzeltmelere maruz kalır. ancak, kur’an ayetleri, üzerinde hiçbir değişiklik yapılmadan nüzul olduğu gibi aynen korunmuştur ve bu haliyle kusurlardan münezzehtir. her asırda yeni bir mucizesi ortaya çıkmaktadır. belagat savaşlarının yapıldığı, şiirin, söz sanatlarının zirvede olduğu devirde, şairleri aciz bırakan ve kendisine teslim eden kur’an belagatı, asırlardır aynı mükemmelliğini korumakta ve beşer eliyle yazılmış hiçbir kitapta görünmeyen “yenilenme, düzeltme” ihtiyacını barındırmamaktadır. bir şiir kitabı olmamasına rağmen, sayfalar ve sureler boyunca devam eden ahenk, arap edebiyatında daha önceden benzeri görülmemiş kalıplar, kafiye düzenleri ve tüm söz sanatları içerisinde imandan ibadete, ahiret âleminden dünya âlemine, hukuk kurallarından sosyal ve ahlaki ilkelere, geçmiş haberlerinden gelecekten verdiği haberlere kadar pek çok konuya yer verilmiştir. bir cümleden, bir kelimeden hatta bir harften dahi pek çok hükümler, manalar çıkarılabilmiştir. konuların değişiklik ve karmaşıklığına rağmen kur’an’ın üslubu baştan sona kadar kemal düzeyde kalmıştır.
edebiyat tarihine baktığımız zaman, her müellifin kendi yeteneklerine uygun konularda eserler verdiğini görürüz. hatta, aynı konuyu seçmiş yazarlar arasında dahi konuyu işleyiş tarzında, konuya yaklaşımda bile bariz med ve cezirlere rastlanabilir. mesela; kimi şairler övmede ileri gidip hicivde geri kalmış, kimisi hicivde devleşip övgüde cüceleşmiş, hatta arap edebiyatında görüldüğü üzere, kimi şairler sadece belli bir hayvanı, manzarayı, mehtabı, harp sahnesini tasvir ile ün kazanmıştır. diğer taraftan, büyük bir şairin şiirlerini incelediğimizde, değişen durumlara göre onun şiirlerinde farkların ortaya çıktığı dikkatimizi çeker. bu şairin şiirleri arasında görülen bu farklılaşma, aynı şairin bir şiirinin katları arasında, farklı konulara geçiş yapılırken dahi müşahede edilebilir. bir de, meseleyi aynı şairin manzum ve mensur eserleri arasında kıyasa kalkışırsak, daha da büyük farkların kendini gösterdiği görülür.
kur’an’ın insanlığın varoluş sorunlarına ikna edici cevaplar vermesi, tüm insanlığı kapsayan evrensel din esaslarına sahip olması, aklın idrakte aciz kaldığı bu kâinatın yaratıcısının isim ve sıfatlarının akla, mantığa en uygun bir biçimde kur’an’da ifade edilmesi, diğer semavi dinlerin tahrif edilmiş hallerinden, birden fazla ve birbiriyle çelişkili kutsal kitap inanışlarından, peygamberlerin şanına yakışmayan iftiralardan, oğul edinmiş, şekilden şekile girmiş ilah anlayışıdan, diğer din ve inanışlarda var olan bulutların üstündeki tanrı, 33 adet tanrı, tapılan hayvanlar, tapılan doğa gibi inançlardan münezzeh olması, yine kusurlardan münezzeh din ve iman esasları sunması, kur’an’ın bozulmadan, değişmeden günümüze kadar ulaşması ve bu ilk nüshaların hala daha mevcut olup günümüz nüshalarıyla bire bir aynı olması, ortaya koyduğu hukuk ve ahlak ilkelerinin insan fıtratına uygunluğu ve bu hükümlerle adaleti, nizamı, huzuru temin etmesi, her hak sahibine hakkını vermesi, hastasından yaşlısına toplumun hiçbir ferdinin bu hükümlerle mağdur kalmaması ve sayamadığımız nice delil, kur’an’ın allah katından indirilmiş bir kutsal kitap olduğunu delillendirmektedir.
Kaynak:
https://eksisozluk.com/islamin-hak-din-olduguna-deliller--6139870 submitted by Benim hayatım olamamışlıklar üzerine kurulu ve derin derin düşünüyorum, her şeyin kökenine inmeye çalışıyorum. İçinde bulunduğum durumun yüzde kaçından ben mesulum diye. Ne kadar garip değil mi? Varlığımızdan bile kendimiz mesul değilken, birileri "her şey sizin elinizde" diye maval okuyor. Evet sanatsal bir ruhum vardır, gerçek dışılığın sanatsallığını severim, lakin hayatta böyle gerçek dışı savlara inanacak bi yapım olsaydı zaten dindar olurdum. Her şey bizim elimizdeymișmiș. Değil. Hatta daha da kötüsü, hiçbir şey bizim elimizde değil. Bizim elimizde olan en ufak şey bile yok. Hepimiz, birbirimiz olma ihtimalleri arasında rastgele savrulup evrenin tombalasında gözünü açtığı gibi "ben" demiş ve etrafındakileri benimsemek durumunda bırakılmış yaratıklarız. Ben demek, dünyanın en küstah yanılsaması. Belki de Tanrı'nın espri anlayışı. Çünkü Bilge Kağan'ın 1500 yıl önce Göktürk kitabelerine kazınmış sözü gibi; "Zamanı Tanrı yaşar, insanoğlu ölmek için türemiş." Kendi varlığını kendisi seçmemiș, kendisini kendisi yaratmamıș hiçbir şey aslında benlik değildir. Ama elbette tabiatın bir oyunu var, bir sistemi var ve bunun içinde hayata odaklanıp her şeyin başını unutarak yaşıyoruz, ki yaşayabilmemiz için her şeyin başındaki noktayı unutmamız şart zaten. Adeta düşünmemiz yasaklanmış o bölgeyi. Çözümsüzlükler silsilesinden başka bir şey değil.
Her neyse sonuç olarak bir ben var bundan dolayı ve nerden geldiğimi nereye gideceğimi bilmediğim bu diyarda yüreğim kara deliklerden bile daha boş. Kendimi buraya ait hissetmiyorum. Kendimi "yaşama" ait hissetmiyorum bi kere. Çünkü ben kazananlar safında değilim. Ben kaybedenler tarafındayım. En azından bu şu an böyle. Ve kaybedenler safında yer alanlar zaten yaşamazlar. Yalnızca yüreklerinde bitmek bilmeyen bir ağırlıkla nefes alırlar. Nefes almak, biyolojik olarak yaşamaktır evet. Ama biyolojik olarak yaşayan herkes gerçekten yaşamaz. Kaybedenler ve kazananlarla döner bu çark. Ben bunları yazarken, birisi dünyanın en güzel hatununu siker, birisi dünyanın en büyük ticaret sözleşmesine imzasını basar, birisi dünyanın en büyük konserini verir, birisi insanların hayatlarını değiştirecek bir karar verir. Yani şu an, hiçliğin doruklarında, hayata karşı yenilmiş ve yerlerde sürünenler olarak, kaybedenler olarak, siz nelere gereksinim duyuyorsanız, sizin gereksindikleriniz başkalarının ritüel bir hayat standardı olmuş ve daha fazlası için koşturuyor. E zaten kaybedenin koşacak ne mecali ne ayağı kalmış, ne ateşi ne de ruhu. Yani kaybedenlerin cebine kuruş zor bela girerken, birileri daha fazla milyon dolar daha fazla milyar dolar kazanmanın, daha fazla kendisini gerçekleştirmenin, daha fazla üretmenin peşindeler. O insanlar 'yaşıyor'lar, kaybedenler ise o insanlar bir mekana gittiğinde oradaki bir garson, o insanların yakıtını dolduran bir benzinci, o insanların pisliğini temizleyen bir hizmetçi, veyahut intihar eşiğinde kazananların daha çok kazanmasına yarayan ilaçlara para vererek hayata tutunmaya çalışıyor, kazanan daha çok kazanıyor, kaybeden daha da dibe gömülüyor. Velhasıl kelam çark böyle dönüyor. Yükselmek için kaybedenlerin geçtiği yollardan geçen, buna dayanan, direnen insanlar da mevcut tabiki de.
Evren bu düzeni herkese rastgele dağıtmış. Herkese fıtratını da öyle. Birileri bi plan yapar, birileri o planı bozar, dünya bir meydan, herkes yenișmeye çalışır. İmparatorlar, fatihler, alimler, tarih adlarını duyduğumuz büyük insanlarla dolu, ve İmparatorların sınırlarını çizmek için canlarını veren isimsizlerle. Bir kralın oğlu olarak doğduğunuzda, büyük bir şansla ve sorumlulukla doğarsınız. Kazananlar dertsiz değil elbet, ama kazananların derdi farklı. Kaybedenler ekmek peşinde, su peşinde, karşı cins peşinde, barınak peşinde, biyolojik olarak yaşamanın peşinde olur olsa olsa. Aklından daha fazlasını geçirse bile, bir insan nasıl uçmayı hayal edebilir fakat aynı zamanda da asla uçamaz ise, kaybedenin hayalleri de aynı böyledir, edebilir ama yapamaz. Hayal ettiklerinden ne kadar uzaksan o kadar 0 noktasının altındasın demektir.
Kim bana kralın oğlu ile bir çiftçinin oğlunun kendi hayatlarını kendilerinin seçtiğini iddia edebilir? Hangi "her şey elinizde" diye maval okuyan, bana o çiftçinin isterse kral olabileceğini söyleyebilir? Birinin sadece doğmasıyla ayaklarına serilmiş, ötekisinin de böyle bir şey yapması imkansız keza yapmaya kalkıștı diyelim daha önce kendisine adam akıllı bir zırh yapması için bilmem kaç yıl çalışması, adam toplamak için gecesini gündüzüne katması gerekirdi, ki zaten bir soylu olmadığı için bu imkansız olurdu. Evet tarihte bazı istisnai figürler var. Bunlar ders alınacak kişiler. Sultan Baybars, kölelikten yükseldi, ama şu bir gerçek, yapması imkansız değildi, sadece çok zordu. Ama imkansız değildi. Yükselmesine olanak veren bir sistem vardı. Spartacus, yükselmesinin mümkün olmadığı bir zamanda bunu deneyerek yine örnek olabilecek bir davranış sergiledi. Fakat kazananlar, mancınıklarıyla, çocukluktan beri eğitim alan ağır zırhlı lejyonlarıyla Spartacus ve kendisine katılan onbinlerce köleyi kılıçtan geçirip yok etti ve hadlerini bildirdi.
Başlangıçtaki şans faktörüne değindik, peki, inişler çıkışlar? Bunları ne belirliyor? Nedir mesela Sultan Baybars'ı hayatının bir zamanları esir olarak Moğollardan Bizans'a, ordan da Memlüklere satılan bir köle yapan ama sonradan da onu kral yapan neydi? Cengiz Han'ı bir zamanlar düşman göçebe boyunun esiri yapan, sonradan tecavüze uğrayacak olan karısını bile koruyamayacak kadar güçsüz yapan, ama sonra onu tarihin gelmiş geçmiş en büyük imparatoru yapan neydi? Nikola Tesla'yı hayatının bir döneminde inşaatta çalıştıran ama sonra dünyanın en büyük mucidi yapan neydi? Adolf Hitler'e Viyana'nın sokaklarında karın tokluğuna boyacılık, sıvacılık, amelelik yaptıran ama sonra onu İkinci Dünya Savaşı'na en güçlü devlet olarak giren bir ülkenin lideri yapan neydi? Cevap yine aynı. Şans.
Bu insanların azmi de, hırsı da, kendi içlerindeki denk geldiği doğuştan ve çevresel özelliklerle bütünleşiyor. O çok korkulan adamlar bir zamanlar esirdi, köleydi, o saygıyla önünde eğilinen adamlar bir zamanlar ameleydi. Nasıl oluyor da birden büyüyorlar? Veya tam tersi? Hepsinin derinine baktığımda gözüme çarpan en büyük faktörün şans olduğunu görüyorum. Kaldı ki daha derinine indiğimde en büyük demeye bile lüzum kalmıyor, çünkü tek nedeni şans.
Uzun zamandır kendimi hırpalıyorum. İçinde bulunduğum durumdan kendi çabalarımla kurtulamıyorum. Tıpkı Sultan Baybars'ın, Cengiz Han'ın esir olduğu zaman kurtulamadığı gibi, tıpkı Hitler'in hapiste yatarken kurtulamadığı gibi, tıpkı Mussolini'nin İtalya'dan kaçmak zorunda kalıp, İsviçre'de bi parkta evsiz ve aç olarak uyuduğu zaman, o durumun içinden kurtulamadığı gibi ben de şu an bulunduğum durumun içinden kurtulamıyorum.
Bundan 4 yıl önce, Türkiye'nin sosyal medyadaki en yüksek erişimli sayfasını yönetiyordum. Etrafımda bir sürü insan vardı. Şimdi ise o popülaritemden ve o kitle gücümden çok uzakta, çok aşağıda bir yerdeyim. Derdim sadece bu olsa sadece keşke, daha neler neler var, sevgilimden sevdiğim işe kadar, sahip olduğum birçok şeyi kaybetmiş biriyim. Üstelik şimdi bir de bunları yeniden yapabilme imkanlarımı da kaybetmiş bjriyim. Başta özgürlüğümü kaybetmiş biriyim. Bi sene hapiste yattıktan sonra ve orda o kadar süredir inanılmaz zor zamanlar geçirmiş olmama rağmen, hapisten kaçtım ama hala o zor zamanlar bitmedi. Aylardır ülkeden gitmeye çabaladım olmadı. Ben çocukken babamın elinde milyonlar vardı, zaten kendisinin şu an öyle bi ekonomik durumu da yok, kendisiyle yıllardır da görüşmüyoruz, şimdiyse aylardır toplu olarak 10 bin lira bulamadığım için ülkeden çıkamadım. Sesimi alenen duyuramıyorum tekrar hapsedilmek istemiyorum diye. Bir göz odada, herkesten, her şeyden uzakta inanılmaz ağır bir yükün altında eziliyorum. İki ucu, hatta her tarafı boklu değnek bi durumun içindeyim. Parçalanmış bir ailenin tek çocuğu, hayatta kazanmaya yeltenmiș ama şimdi kaybeden safında yer alan biri olarak bundan sonra ne olacağını bilmiyorum. Hevesim, tutkum, ateşim, hırsım, hepsinin zayıfladığını görüyorum. Tembelliğin ve yılmışlığın pençesinde bir kaybeden olarak bekliyorum. Çünkü elim kolum bağlı. İçten içe bir gün kazanacağım umuduyla bekliyorum. Ama her şey olabilir. Her şey.
İşte hayat bu. Şu an bunu değiştiremiyorum. Şu an bunu değiştirecek gücüm yok. Elim kolum bağlanmış durumda. Deneyebileceğim nerdeyse her şeyi denedim, denemediklerim varsa da bu fıtratımın böyle oluşunun ve de o yöntemleri bilmiyor oluşumun şanssızlığı zaten. Bunları denemek zorunda oluşum da doğduğum ülkenin şanssızlığı, doğduğum ailenin şanssızlığı. Eğer buraya kendi kendimi sürüklediysem, bu benim karar mekanizmamı yaratan olguların, zihnimden bedenime kadar bu şekilde şekillenișinin şanssızlığı olurdu. Hepimiz bu faktörün sirkülasyonunda uçuşan cisimleriz.
Ama işte yukarda saydıklarım gibi, hayatın prime time'ları var, yani çıkış zamanları. The Rasmus'un patlayan ve zamanında dünyanın her yerinde çalınan şarkısında söyle bir söz geçiyor: "I've been waiting in the shadows for my time" yani "Gölgelerde zamanımın gelmesini bekliyordum" diyor.
İşte ben de gölgelerdeyim şimdi, zamanımın gelmesini bekliyorum. Beklemek çok ağır. Ruhumu yaralıyor. Beni eziyor. Aşağılıyor. Her gün ama her gün güçsüz olduğumu, çaresiz olduğumu, beklemekten başka hiçbir şey yapmama olanak olmayan bir durumda olduğumu hatırlatıyor.
26 yaşındayım ve kaybedenler safında yeterince yer aldım. Dileğim yaşamak ve kendimi gerçekleştirmek. Yeterince ölü olarak yaşadım. Biraz gerçekten yaşamak ve hayal ettiklerimi yapmak istiyorum.
Hepimizin vardır böyle dilekleri. Eğer siz de kaybedenler safındaysanız, size söyleyebileceğim tek bir şey var: İyi şanslar!
Ben Furkan Topal. Bana denk gelen isim bu. Varlığımı kasteden iki sözcük bu. İsmimi, bu yazımı çok beğendiğim için, birileri bir yerde paylaşırsa diye kibrimden ve bilinmek istediğimden yazıyorum.
submitted by A- Kur’an’ın Kendi İçindeki Dinî Çelişkiler:
1- Hesap gününde Allah’tan başkası şefaat edebilir mi?
Edemez / Bakara-48: Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun.
Edebili Meryem-87: Rahman’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.
Edebilir diyen diğer Ayetler: Zuhruf-86, Edemez diyen diğer ayetler: Enam-51, Bakara-123, Secde-4, İnfitar-19
2- Kötülük Allah’tan mı gelir?
Nisa -78. Nerede olursaniz olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: “Bu Allah’tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa “Bu, senin tarafındandır” derler. De ki: “Hepsi Allah’tandır”. Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?
Nisa-79. Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Seni insanlara peygamber gönderdik, şahid olarak Allah yeter.
3- Müslüman olmayanlar cennete gidebilir mi?
Gidebili Bakara-62. Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah’a ve ahiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku ve üzüntü yoktur. (Ayrıca Maide-69 ) Gidemez/ Ali İmran-85. Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. (Ayrıca tevbe-30)
4- Cennetin genişliği ne kadardır?
Göklerle yer kada Ali İmran -133. Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun. Gökle yer kada Hadid-21. Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah’a ve Resulüne inananlar için hazırlanan cennete yarışırcasına koşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.
5- İlk müslüman kimdir?
Enam-163’e göre Muhammed. Araf-143’e göre Musa. Ali İmran-67’ye göre İbrahim.
6- Kur’an’daki Gaflar: (Allah’a ait olmadığı açık olan Ayetler)
Hud-2. Allah’dan başkasına kulluk etmeyin. Ben size O’nun tarafından müjde vermek ve uyarmak için gönderilmiş gerçek bir peygamberim.
Şura-10. Hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte bu, Rabbim Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yöneliyorum.
Tevbe-30. Yahudiler, “Uzeyir Allah’ın oğlu” dediler, Hıristiyanlar da “Mesih Allah’ın oğlu”, dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkara sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar!
Zariyat-51. Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Zira ben size O’nun tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
En’am-104. Rabbinizden size gerçekleri gösteren deliller geldi. Artık kim gözünü açar hakkı idrak ederse kendi yararına, kim de (hakkın karşısında) körlük ederse kendi zararınadır. Ben başınızda bekçi değilim.
En’am-114. Allah’tan başka bir hakem mi arayayım ki size, her muhtaç olduğunuz şeyi bildirip açıklayan kitabı, o indirmiştir. Kendilerine kitap verilenler de bilirler ki o, senin Rabbin tarafından gerçek olarak indirilmiş bir kitaptır; artık şüphe edenlerden olma.
Bu ayetlerden Kur’an’ı yazanın Muhammed olduğu açıkça belli oluyor. Hitap eden Allah değil, Muhammed. Belli ki gaf yapmış, “De ki” ekini unutmuş.
7- İblis melek midir, cin midir?
Bakara-34’e göre melek, Kehf-50’ye göre ise cindir.
Bakara-34. Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.
Kehf-50. Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!
8- İslam’da Vasiyet geçerli midir?
Bakara-180’de ölümü yaklaşanlar için vasiyet etmek şart koşulmuşken, Nisa/ 11-12 ayetleriyle vasiyetin bir hükmü kalmamış, miras taksimi zorunlu kılınmıştır.
Bakara-180. Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı.
Ayete ilaveten, Muhammed’in Veda Hutbesinde şöyle dediği yazılıdır:
“Mirasçı için ayrıca vasiyet etmeye gerek yoktur.”
9- Allah’ın katına olan mesafe-zaman çelişkisi:
Secde 5. Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O’nun nezdine çıkar.
Mearic 4. Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar. Bu çelişkiye bir de Allah katındaki zaman çelişkisini ekleyelim:
Hac-47. Senden çabucak azabı getirmeni istiyorlar. Allah, asla vaadinden caymaz. Doğrusu Rabbının katında bir gün; saydıklarınızdan bin yıl gibidir.
10- Allah herşeyi bilir mi?
Gaybı bilen yalnızca Allah’tır” ayetlerine rağmen Enfal/ 65-66 da Allah’ın bir müslümanın kaç düşmana bedel olduğunu ancak savaştan sonra bilebildiği anlaşılıyor.
Enfal-65. Ey Peygamber! Müminleri cihada teşvik eyle. Eğer sizden sabredecek yirmi kişi olursa ikiyüze galip gelirler ve eğer sizden yüz kişi olursa kafirlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar hakkı ve akıbeti düşünmeyen anlayışsız bir kavimdirler.
Enfal-66. Şimdi Allah sizden yükü hafifletti ve sizde bir zaaf olduğunu bildi. O halde sizden sabredecek yüz kişi olursa ikiyüz düşmana galip gelirler, sizden bin kişi olursa Allah’ın izniyle ikibin düşmana galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.
11- Evlilikte Peygambere tanınan ayrıcalık:
Ahzap-50. Ey peygamber! Biz bilhassa sana şunları helal kıldık: Mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak ihsan buyurduklarından sahip olduğun cariyeleri, amcalarının kızlarından, halalarının kızlarından, dayılarının kızlarından, teyzelerinin kızlarından seninle beraber hicret etmiş olanları, bir de mümin bir kadın kendini peygambere hibe ederse, peygamber nikah etmek istediği takdirde, onu başka müminlere değil de sadece sana mahsus olmak üzere helal kıldık. Onlara eşleri ve cariyeleri hakkında neyi farz kıldığımızı biliyoruz. Bunlar sana hiçbir darlık olmaması içindir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
12- Allah ve melekleri, Muhammed’e salat eder mi?
Ahzap-56. “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salat ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salat edin, selam edin.” ayetinde Allah’ın peygambere salat ettiği ifadesi büyük çelişkidir.
Salat = Namaz, dua
Bu ayetteki salat’ın namaz anlamına gelmediğini, destek anlamı taşıdığını öne sürenler de vardır. Bu da apaçık olduğu söylenen ayetler üzerinde bırakın sıradan insanları, İslam alimlerinin dahi anlaşamadığını gösterir.
13- Allah gönderdiği kanunları, hükümleri değiştirir mi?
Bakara-106. “Herhangi bir Ayet’in hukmunu yururlukten kaldirir veya unutturursak, onun yerine daha hayirlisini veya benzerini getiririz. Allah’in herseye gucunun yettigini bilmezmisin? ”
Hac-52. Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Nahl-101. Biz bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini gayet iyi bilir- onlar Peygamber’e, “Sen ancak uyduruyorsun” derler. Hayır, onların çoğu bilmezler.
Rad-39. Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun yanındadır.
Aşağıdaki ayetlerde ise farklı söylenir;
Fatır-43. “… Hayır! sen Allah’ın kanununda değişiklik bulamazsın. Sen Allah’ın kanununda asla bir döneklik bulamazsın. ”
Feth-23. “… Allah kanununda hicbir degişiklik bulamazsınız. ”
14- Tanrı’nın kitabı düzensiz, karmaşık olabilir mi?
Kur’an’ın genelinde konu karmaşası ve uyumsuzluk vardır. Bir konudan bir başka konuya atlanır. Örneğin Bakara suresinde boşanma konusu işlenirken aniden namaz kılma ve usülleri anlatılmaya başlanır. Ardından tekrar hukuk konularına dönülür. (Bakara/ 237-238-239)
Birçok surede aynı anlatımlar tekrarlanır. Bu durum Kur’an ayetlerinin karışık ve düzensiz toplandığını gösterir ki Allah’ın koruması altında olan bir kitabın böyle düzensiz olması bir çelişkidir.
15- Edison, Einstein, Ebu Talip vb. ebedi cehennemlik mi?
Ali İmran-115. Onlar ne hayır işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları bilir.
Bakara-217. Sizden kim dininden döner de kafir olarak ölürse öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.
Tevbe-17. Allah’a ortak koşanların, inkarlarına bizzat kendileri şahitlik edip dururken, Allah’ın mescitlerini imar etmeleri düşünülemez. Onların bütün amelleri boşa gitmiştir. Onlar ateşte ebedi kalacaklardır.
Müslümanların yaptığı zerre kadar işler karşılıksız kalmayacakken, inanmayanların bütün amelleri boşa gidecek ve sonsuza kadar cehennemde işkence görecekmiş. Tanrı böyle haksızlık yapar mı?
16- Şüphesi, çelişkisi olanın soru sorması yasak!
Maide-101. Ey iman edenler! Size açıklandığı takdirde sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın. Eğer Kur’an indirilirken bunlara dair soru sorarsanız size açıklanır. (Halbuki) Allah onları bağışlamıştır. Allah çok bağışlayandır, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)
Maide-102. Sizden önceki bir millet o tür şeyleri sordu da sonra o yüzden kafir oldu.
Allah’ın soru sorma yasağı koyması kadar saçma bir hareket olabilir mi? Böyle bir saçmalığı, sorular karşısında kendine güvenemeyen insan yapar.
17- Kur’an apaçık anlaşılır bir kitap mı?
Şuara-195’te Muhammed, “uyarıcılardan olabilsin diye” Kur’an’ın “apaçık bir dille” indirildiği; Zuhruf/ 2-3 ‘te daha açık olarak, ” Apaçık Kitaba yemin olsun ki şüphesiz biz O’nun düşünüp anlayasınız diye ” indirildiği; Fussilet-44’te Kur’an ayetlerinin uzun açıklamalı olmadığı; Yusuf-12’de Kur’an’ın, herkesçe “okunup anlaşılması için” indirildiği; Duhan-58 ‘de, herkese öğüt alsınlar diye kolaylaştırıldığı söylenir.
Ancak Kur’an anlaşılmaz bir yığın ayetle ve kavramla doludur. Anlaşılabilmesi için eski Kureyş Arapçasının, hadislerin, peygamberin ayrıntılı hayatının, dönem tarihinin iyi bilinmesi gerekir. Orucun kaç gün olduğu, namazın kaç vakit olduğu bile açıkça belirtilmemiştir.
18- Kıble, İslam’ın ilk yıllarında neden Kudüs’tü?
Müslümanlar kıble olarak önce Kudüs’ü sonra Kabeyi seçmişlerdir. Bu durum Bakara/ 142-145 ayetlerinde açıklanır.
Bakara-142. İnsanlardan bazı beyinsizler; «Onları daha önce yöneldikleri kıbleden çeviren sebep nedir?» diyecekler. De ki; «Doğu da Batı da Allah’ındır. O dilediğini doğru yola iletir.»
Kıble değişikliği bir çelişkidir ve Yahudilerle yaşanan çekişme neticesinde çıkmıştır. Halbuki madem önceki toplumların ve peygamberlerin de namaz kıldığı iddia edilir, öyleyse onların kıblesi neyse yine o olmalı ve hiçbir şartta değişmemeliydi.
19- Ganimetlerin tamamı mı yoksa 1/5’i mi?
Enfal-1.’de “ganimetler Allah’ın ve peygamberindir” denirken, Enfal-41’de “ganimetlerin beşte biri Allah’ın ve peygamberindir” denir.
Enfal-1. (Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah’a ve Resûlüne aittir. O hâlde, eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlüne itaat edin.”
Enfal-41. Şunu da biliniz ki, ganimet olarak aldığınız her hangi bir şeyden beşte biri mutlaka Allah içindir. (…)
20- Peygamberler eşit mi yoksa üstün olanı var mı?
Bakara-285 ‘te Peygamberler arasında fark olmadığı söylenirken, aynı surenin 253. ayetinde; “İşte bu peygamberlerin bir kısmını diğerlerine üstün kıldık..” denir.
Bakara-285. Peygamber de, iman edenler de O’na indirilene inandı. Hepsi de Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etti. “O’nun peygamberlerinden hiçbirinin arasında fark görmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Affını dileriz ey Rabbimiz, Dönüş sana’dır” dediler.
Bakara-253. İşte peygamberler! Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden, Allah’ın konuştukları vardır. Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir. (…)
21- Kur’an Mekke ve çevresine mi yoksa tüm insanlara mı?
Enam-92. Bu da kendisinden öncekileri doğrulayan mübarek bir kitaptır ki, beldelerin anası (Mekke) ile onun çevresindekileri uyarman için indirdik. Âhirete inananlar, ona da inanırlar; onlar, namazlarına da dikkatle devam ederler.
Kalem-52. Oysa Kuran, alemler için bir öğütten başka bir şey değildir.
22- Cehennemde kapışma?!
Alak/ 15-18. And olsun ki onu perçeminden, yalancı ve günahkar perçeminden cehenneme sürükleriz. O zaman taraftarlarını çağırsın. Biz de zebanileri çağıracağız.
Ayet, Ebu Cehil için söylenmiş. Güçsüz bir insanın “Allah benden yana” demesine benziyor. Yani insan sözü.
23- Hitap çelişkisi: ( Ben, Biz, O, Allah)
Kur’an’da ayetlerin çoğunda Allah 3. şahıs, bazılarında 1.şahıstır. Kimi ayetlerde çoğul “biz” ifadesi, kimilerinde ise tekil ifade mevcuttur. Örneğin Hac/ 34-35 de şahıs zamirinde tam 6 kez değişiklik yapılır. Allah’tan hitap bir kitapta hep aynı zamir kullanılmalıydı.
24- Bu ayette melekler mi konuşuyor?
Zuhruf-11’de de ilginç bir kurgu vardır: “O suyu gökten bir ölçüye göre indirir. Biz onunla ölü memleketi diriltiriz”. Suyu indiren Allahsa, ölü memleketi dirilten kim? Kur’an’ı Allah gönderdiyse bu “biz” diyen kimler?
25- Allah mı şair? Muhammed mi?
79 ayetlik Rahman suresinin 31 ayeti aynıdır. ” Öyleyse Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz” ayeti sürekli tekrarlanmıştır. Benzer tekrarlara başka surelerde de rastlanır. Bu acaba Muhammed’in mi yoksa Allah’ın mı edebi özelliği, keyfiyetidir?
26- Kıyametin saatini Allah bilmiyor mu?
Füssilet-47. Kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin bilgi ona (Allah’a) havale edilir. Anlaşılan melekler Allah’tan daha iyi biliyor herşeyi.
27- Allah kimin neye taptığını bilmiyor mu?
Sebe-40. O gün Allah, onların hepsini toplayacak; sonra meleklere: Size tapanlar bunlar mıydı? diyecek. 41. (Melekler) derler ki: “Seni eksikliklerden uzak tutarız. Onlar değil, sen bizim dostumuzsun. Hayır, onlar cinlere ibadet ediyorlardı. Onların çoğu cinlere inanıyordu.”
28- Allah insan gibi yemin eder mi?
Naziat suresi de şöyle başlar: “(1) Canları boğarcasına şiddetle çekip alanlara and olsun, (2) Canları kolaylıkla alanlara and olsun, (3) Yüzüp yüzüp gidenlere and olsun, (4-5) Yarıştıkça yarışan ve işleri yöneten meleklere and olsun “.
Ayrıca Kur’an Allah’ın yeminleri ile doludur. Arapların çok yemin ettiği özelliği bilinir de Allah’ın bu kadar çok yemin etmesi anlaşılmaz. Yoksa bu yeminler Muhammed’in yeminleri midir?
29- Allah küfreder mi?
Enam-108’de “Allah’tan başkasına tapanlara sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek Allah’a söverler.” denmesine rağmen;
Bakara-171, Araf-179, Furkan-44, Tevbe-28, Bakara-65, Maide-60, Cuma-5, Araf-176 da farklı inançlardakilere hayvan, eşek, köpek, domuz, pislik, maymun diye sövülmüştür.
30- Büyüyünce hayırsız evlat olacağı sanılan çocuğun öldürülmesi:
Kehf-80. ” Oğlana gelince, onun ana-babası mümin kimselerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkara sürüklemesinden korktuk.”
Hiçbir suçu olmayan bir çocuğu, ilerde anne-babasına karşı kötü davranma ihtimali nedeniyle öldürmek ne derece haklı bir gerekçedir? Sanki bütün hayırlı anne-babaların hayırsız çocukları öldürülüyormuş gibi aktarılan bu maval doğru mudur?
31- Muhammed’in onca eşine ilaveten evlatlığının eşiyle evlenmesi:
Ahzap-37′ de hoşlandığı evlatlığının karısı Zeynep’le evlenebilmesi için, ahlaki bir adet olan evlatlığın öz evlat gibi görülmesi kuralının kaldırılması etik açıdan yanlış değil midir?
32- Allah’ın velisi var mı yok mu?
İsra-111. Ve de ki: “Övgü, allah’adır. O çocuk edinmemiştir, yönetimde ortağı ve zillettten ötürü de bir veliside yoktur.” O’nu alabildiğine Yücelt. Yunus-62. Uyan! Allah velilerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar!
33- Yaratan mı? Yaratanlar mı?
İhlas-1. De ki; O Allah bir tektir.
Saffat-125. Yaratanların en iyisini bırakıp da Ba’l’e mi taparsınız?
Yaratanların en iyisi Allah’sa diğer yaratanlar kim?
34- Allah yardıma muhtaç mıdır?
İhlas-2. Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O’na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir )
Muhammed-7. Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.
35- Yer ve gök kaç günde yaratılmıştır?
6 günde : (Araf-54) (Yunus-3) (Hud-7) (Furkan-59) 8 günde : (Füssilet/ 9-12)
36- Kölelik evrensel mi?
Nahl-75. Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı? Doğrusu hamd Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.
Kur’an’daki ayetler evrensel ise; İnsanlar arasında ayrım, köleliğin kaldırılmamış olması yanlış değil midir? Bu durumda kölelik kıyamete kadar meşrulaştırılmış olmuyor mu?
37- Kur’an’da neden sadece İsrail’e gönderilen peygamberler var?

Kur’an’da bildirilen peygamberlerin neredeyse tamamının Yahudi olması, her kavme peygamber gönderildiği belirtilmesine rağmen başka milletlerden tek örneğin olmaması nasıl açıklanabilir? “
Neden peygamberler hep aynı soydan?
124.000 peygamber” bir hadis uydurması olsa bile, peygamberlerin İbrahim’in soyundan olduğu iddiası büyük bir çelişkidir. Demek ki İbrahim’in soyundan olmayanlara peygamberlik verilmemiştir. İngilizler, Fransızlar, Japonlar, Türkler, Ruslar, Kızılderililer, zenciler İbrahim soyundan olmadığına göre her millete peygamberlik verildiği iddiası doğru olamaz. Olsaydı, bir tanesinin bile izi olmaz mıydı? Halbuki tümü Ortadoğu’dan ve Sami kökenli. Demek ki hepsi Sami uydurması..
38- Musevilere “Yahudi” denmesi:
Enam-146. Yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık.
Kur’an’da Musevilerden Yahudi diye bahsediliyor. Halbuki o dönemde Yahudi olduğu halde Hristiyan olanlar çok. Madem ki “Hristiyan” yani “İsacı” diyor, “Musevi” yani “Musacı” da denebilirdi. Bu genelleme yanlıştır. Günümüzde de Yahudi olanlar içinde ateisti, dinsizi, Hristiyanı, müslümanı, Budisti vardır.
Ayrıca bir millete bir gıdanın yasaklanıp, diğer milletlere serbest bırakılmasının mantığı olabilir mi? Örneğin “Türklere balık yemeyi yasakladık” dense bu kabul edilebilir mi?
- İnananlar Muhammed’in kulu mu?
Zümer-10. Kul ya ıbadillezıne amenütteku rabbeküm lillezıne ahsenu fı hazihid dünya haseneh ve erdullahi vasiah innema yüveffes sabirune ecrahüm bi ğayri hısab
Ayet, “De ki ey inanan kullarım” ile başlıyor.
De ki: ‘Ey iman eden kullarım, Rabbinizden sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah’ın arz’ı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir.’
Muhammed, inananlara “kullarım” diye sesleniyor. Bazı meal tahrifatçıları bu hatayı kamufle edebilmek için mealin başın “Bizim adımıza de ki” ya da “tarafımdan söyle” gibi ilaveler yapmışlar. Halbuki Arapçasında bunlar yok. Bazıları da “Kullarım” değil, “kullar” olarak çevirmiş.
Eğer Kur’an’ı Allah gönderseydi ayette Allah’ın “de ki” demeyip direk kendisinin söylemesi gerekirdi. Ya da “İnanan kullarıma de ki” şeklinde olmalıydı.
Aynı ifadeyi Zümer-53’de de görmekteyiz:
Zümer-53. De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
40- “Günah Çıkarma” Kur’an’da da var!
Tevbe-102. Onlardan (Münafıklardan) bir kısmı ise, günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. 103. Onların mallarından, onları günahlarından arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlara huzur verecektir. Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
41- Meleklerden peygamber olur mu?
Muhammed’e inanmayanlar ” Elçi olarak bize bir melek gelmelsi gerekmez miydi” derler. Buna şu yanıt verilir:
İsra-95. De ki: “Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine), yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.”
Mantıklı. Dünyada insanlar yaşadığına göre melekten peygamber olmaz. Gelgelelim meğer öyle değilmiş. İsra-95’de melekten peygamber olamayacağı söylenirken; Bakın aşağıdaki ayette ne diyor:
Hac-75. Allah, meleklerden ve insanlardan peygamberler seçmiştir; şüphe yok ki Allah, duyar, görür.
42- Cehennemde sadece ne yenir? Zakkum mu? Darı dikeni mi? Yoksa kanlı irin mi?
Duhan/ 42-43-44. Doğrusu (cehennemde) günahkarların yiyeceği zakkum ağacıdır; karınlarda suyun kaynaması gibi kaynayan, erimiş maden gibidir.
Gasiye suresi 6. ayeti öyle demez.
Leyse lehüm ta’amün illa min dariy’ın.
Onlar için darı dikeninden başka bir yiyecek yoktur.
Hakka-36. Ve lâ taâmun illâ min gıslîn
“Kanlı irinden başka bir yiyeceği de yoktur.”
Zakkum ağacı ile darı dikeni çok farklı bitkiler olduğuna ve kanlı irinle de eş anlamlı olmadıklarına göre ayetler arasında çelişki mevcuttur.
- Dünya oyun ve eğlence yeri mi?
Duhan 38. Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri bir oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.
Enbiya 16. Biz yeri, göğü ve arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.
Enam 32. Dünya hayatı, oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise, Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz mısınız?
Muhammed 36. Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer iman eder kötülükten sakınırsanız, Allah size mükâfatınızı verir. Ve sizden bütün mallarınızı harcamanızı da istemez.
Duhan ve Enbiya suresinde dünyayı oyun ve eğlence olsun diye yaratmadığını söyleyen Allah, diğer iki surede tersine dünyanın oyun ve eğlence yeri olduğunu söylüyor. Bu, açıklanabilir bir çelişki değildir. Belli ki Muhammed’in zaman içinde fikri değişmiş ama daha önce ne yazdığını unutmuştur. Allah olsaydı, unutmaz ve böyle bir çelişkiye sebep olmazdı.
- Bebeğin sütten kesilme süresi kaça ay?
Lokman 14. Gerçi biz insana, anasına ve babasına itaati de tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. (Biz insana): «Bana, anana ve babana şükret» diye de tavsiye ettik. Dönüş, ancak banadır.
Ahkaf 15. Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.”
Parantez içinde belirtilenlerle hamilelik döneminin katıldığını kabul ettiğimizde toplamda 30 değil, 33 ay yapar. Hamilelik 9 ay + Emzirme 24 ay = 33 ay. —- Allah 3 ay eksik mi söylemiştir, yoksa Allah2ın sözlüğünde “yaklaşık” sözcüğü mü yoktur acaba?!
- Önce Yer mi düzenlendi yoksa Gök mü?
Fussilet ve Bakara suresindeki ayetlere göre önce yer sonra gök.
Fussilet (9-10). De ki: “Siz mi yeri iki günde (iki evrede) yaratanı inkâr ediyor ve O’na ortaklar koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.” O, dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti.
Fussilet (11-12). Sonra duman hâlinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, “İsteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. İkisi de, “İsteyerek geldik” dediler. Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk.İşte bu, mutlak güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah’ın takdiridir.
Bakara 29. O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök hâlinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.
Gelgelelim Naziat suresinde durum tam tersidir:
Naziat (27-29). Sizi yaratmak mı daha güç, yoksa gökyüzünü yaratmak mı, ki onu Allah bina etti, onu yükseltip düzene koydu. Gecesini kararttı, gündüzünü ağarttı.
Naziat (30-33). Ondan sonra da yerküreyi döşedi. Kendiniz ve hayvanlarınız için bir faydalanma olmak üzere, yerden suyunu ve otlağını çıkardı ve dağları sağlam bir şekilde yerleştirdi.
Bundan daha büyük bir çelişki olur mu? Allah, göğü mü önce düzenlediğini, yoksa yeri mi önce düzenlediğini birbirine karıştırır, bir ayette yer, başka ayette gök der mi? Böyle bir karışıklığı bir tanrı değil, bir insan yapar ancak..
- Allah insanların inanmasını mı ister inanmamasını . mı?
İsra 45-46. Kur’an okuduğunda, seninle ahirete inanmayanların arasına gizli bir perde çekeriz. Kur’an’ı anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler, kulaklarına da ağırlık koyarız. Kur’an’da sadece Rabbinin birliğini andığın zaman arkalarına dönüp kaçarlar.
Meryem 83. Görmedin mi, biz gerçekten şeytanları, kafirlerin üzerine gönderdik, onları tahrik edip kışkırtıyorlar.
Bir insanın başlangıçta bir fikre, bir ideolojiye, bir dine inanmaması, ölene kadar inanmayacağı anlamına gelmez. Örneğin Muhammed’e de Mekke döneminde 300-400 kişi inanmış, diğerleri inanmamıştı. Ama 10 yıl sonra zorla ya da kendi isteğiyle onbinlerce insan inanmış oldu. Ömer bile ilk sıralar inanmamış hatta Muhammed’i öldürmeyi kafasına koymuştu. Halid Bin Velid Kureyşlilerin komutanıydı, Bedir ve Uhud Savaşlarında az müslüman öldürmemişti. Yani, en büyük düşmanlardan, Kur’an tabiriyle en büyük kafirlerden biriydi. Ama hudeybiye anlaşmasından sonra müslüman olmuştu. Ebu Süfyan, karısı ve hamza’nın ciğerini yiyen Hind, oğlu Muaviye, Hamza’yı öldüren ve ciğerini söken Vahşi ve daha bir yığın kafir, sonradan müslüman olmuşlardı. Ama ayetlere göre Allah, inanmayanların üzerine şeytanları gönderip kışkırtıyor ve onları daha fazla günaha, daha fazla kötülüğe zorluyor. Kur’an’ı anlamamaları için engeller koyuyor. Mantıklı olduğu söylenebilir mi?
B- KUR’AN’DAKİ BİLİMSEL ÇELİŞKİLER
1- Tarık Suresi 7. ayet:
(Bu su- meni) Bel kemiği ile kaburgalar arasından çıkar.
Tıp, testislerden diyor.
2- Cennetin genişliği göklerle yer kadar mı?
Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır. (Âli İmran Suresi-133)
Yer’den kastedilen dünya gezegeni olduğuna göre, dünya da uzayda diğer gök cisimlerinden bir olduğuna göre “gök ile yer kadar” demek anlamsız bir ifadedir. Hatta bu ifadeden yerin altta, uzayın ise üstte algılandığı anlaşılmaktadır.
3- Dünyanın 4 günde, göklerin ise 2 günde yaratılmış olması: (Füssilet/11-12)
- De ki: “Siz gerçekten yeri iki günde yaratanı inkar edip duracak mısınız? Birde O’na eşler mi koşuyorsunuz? O, bütün alemlerin Rabbidir.
- Hem ona üstünden ağır baskılar (dağlar) yaptı, onda bereketler meydana getirdi ve onda azıklarını dört gün içinde araştıranlar için bir düzeyde takdir buyurdu.
- Sonra göğe doğruldu da o bir duman iken ona ve yere: “İkiniz de ister istemez gelin!” dedi. İkisi de: “isteye isteye geldik.” dediler.
- Böylece onları iki günde yedi gök olmak üzere yerine koydu ve her gökte (bulunan meleklere) işlerine ait emrini vahyetti. Dünya gökyüzünü kandillerle donattık ve koruduk, işte bu, hep o çok güçlü ve herşeyi bilenin takdiridir.
4- Yerin göklerden önce yaratılmış-düzenlenmiş olması: Füssilet/10-12
5- Miras dağıtımındaki avl yöntemi gerektiren matematik hatası. (Nisa/10-12)
https://panteidar.wordpress.com/2009/10/27/kuranda-matematik-hatasi/ 6- Güneşin kara çamurlu bir suya batması.
Sonunda güneşin battığı (mağrib) yere kadar ulaştı ve onu kara çamurlu bir gözede batmakta (Garabe) buldu, yanında bir kavim gördü. (Kehf Suresi-86)
Ayetten; dünyayı göğün altında uçsuz bucaksız bir yer olarak gören ve göz yanılmasından dolayı güneşin dünyanın batısında bir çamur gözesine battığını sanan bir yanlış bilgiye sahip olunduğu anlaşılmaktadır.
7- Ortadoğuda yetişen Hurma, üzüm gibi meyvalardan bahsedilip batıda yetişenlerden hiç bahsedilmemesi.
Kur’an’da genelde tüm konular Ortadoğu’ya, Arabistan’a özgüdür. Örneğin yağmurdan, rüzgardan bahsedilir ama kardan, doludan, buzdan bahsedilmez. Hayvanlardan ve bitkilerden bahislerde de böyledir. Batıya özgü meyvalar hiç geçmez.
8- Kalbin beyin fonksiyonlarına sahip gösterilmesi.
Duygular, düşünceler, inançlar kalbin mi beynin mi fonksiyonları? Bakara/97-260-283, Kehf-28, Şuara-195
9- Ay’ın yarılması:
Kamer-1. Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.
10- Gök gürültüsü, şimşek ve yıldırımın Allah’ın insanları korkutma ve cezalandırma aracı olduğu:
Rad/12-13. O, korku ve ümit vermek için size şimşeği gösterendir, yağmur yüklü bulutları meydana getirendir. Gök gürlemesi O’na hamd ederek tespih eder. Melekler de O’nun korkusundan tespih ederler. O, yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Onlar ise Allah hakkında mücadele ediyorlar. Hâlbuki O, azabı çok şiddetli olandır.
11- Her canlının çift yaratıldığı:
Zariyat-49. Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.
Her canlı çift değildir. Bakteriler, virüsler bölünerek çoğalırlar.
12- Rahman-14. Allah insanı, pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı:
Halbuki benzer bir hayvanın dna’sı üzerinde yapacağı değişiklikle insanı yaratması daha bilimsel olmaz mıydı?
13- Kısasa Kısas:
Bakara-178. Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir.
Kısas’ın çağdaş hukukta geçerliliği olabilir mi? Bu ayetle Kur’an’ın evrenselliğinden bahsedilebilir mi?
14- Denizin yarılması, ölünün diriltilmesi gibi bilim dışı sözde mucizeler.
15- Hayvanların 8 çift olması:
Zümer-6. Sizi bir tek nefisten yaratmış, sonra ondan eşini varetmiştir; sizin için hayvanlardan sekiz çift meydana getirmiştir; sizi annelerinizin karınlarında üç türlü karanlık içinde, yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratmıştır; işte bu Rabbiniz olan Allah’tır. Hükümranlık O’nundur, O’ndan başka tanrı yoktur. Öyleyken nasıl olur da O’nu bırakıp başkasına yönelirsiniz?
Sekiz çift hayvan az değil mi? Hangileri acaba? At, eşek, deve, koyun, keçi, öküz-inek, tavuk-horoz, hindi, ördek, tavşan, kuş, balık, kedi, köpek, balarısı… Aşağıdaki ayetlerde açıklanıyor hangileri olduğu:
Enam-143. Sekiz çift yarattı: Bir çift koyun, bir çift keçi. (…) Enam-144. Deveden bir çift sığırdan da. (…)
16- Yıldızların şeytanlar için atış tanesi olduğu:
Mülk-5. Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık.
Kandille kastedilen yıldız. Ama sanki yıldızın ne olduğu bilinmiyor. Boyutları küçük sanılıyor. Hatta göktaşı ile karıştırılıyor. Güneş ile yıldızlar farklı düşünülüyor. Koca yıldız, belki de dünyanın yüzlerce misli büyüklüğünde, ama ayette şeytanlara atış tanesi olarak yapıldığını söylüyor. Sadece tek başına “yıldızların düşmesi” ifadesi bile yıldız’ın ne olduğunu bilenler için dinlerin uydurma olduğunu kanıtlamaya yeterlidir. Çünkü Tevrat, incil ve Kur’an’da aynı büyük yanlışa düşülmüştür.
17- Savaşçı Melekler:
Al’i İmran/124-125. İnananlara: “Rabbinizin size gönderilmiş üç bin melekle yardım etmesi size yetmeyecek mi?” diyordun. Evet, eğer sabrederseniz, sakınırsanız ve onlar de hemen üzerinize gelirlerse Rabbiniz size, nişanlı beş bin melekle yardım edecektir.
Savaşta müslümanlara melek ordusuyla destek veriliyormuş. Bugünlerde çok ihtiyaç var bu melek ordusuna ama Allah’tan tık yok, umursamıyor sanki.. Melek ordusu bilimdışı değil mi? Allah onun yerine müslümanları güçlü kılmış olsa daha doğru olmaz mı? 165. (Bedir de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud’da) kendi başınıza geldiği için mi “Bu nasıl oluyor!” dediniz? De ki: O, kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter.
Galip gelinen savaşta melekler var, mağlup olunanda neden yardımcı olmamışlar acaba? Galibiyet meleklerden, mağlubiyet insanların hatasından mı? 18- Ay’ın nur olduğu:
Yunus-5. O’dur ki Güneş’i bir ışık yaptı. Ay’ı da bir nûr kılıp, ona birtakım konaklar tayin etti ki yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilesiniz.
Ay’ın bir nur olmadığı sadece geceleri güneşten aldığı ışığı yansıttığı biliniyor.
19- Bir gecenin bir ömre bedel olması:
Kadir-3. Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır!
Sadece bir gece, bin aydan yani yaklaşık bir ömürden nasıl daha hayırlı olabilir?
20- Tatlı suda inci ve mercan yetiştiği:
Rahman suresi 19-22 ayetleri ile Furkan suresi 53. ayetinde geçen iki denizin birbirine salındığı-karıştırıldığı ama aralarında bir engel olduğunu yazan ayetlerde denizlerden birinin suyunun içilebilen tatlı su olduğu, diğerinin acı ve tuzlu su olduğu yazılıdır. Rahman-22’de her ikisinde de inci ve mercan yetiştirildiğini yazar. Halbuki tatlı suda inci ve mercan yetişmez. Suni olarak inci yetiştirilse bile mercan hiç yetişmez.
21- Göğün, yıldızların yere düşmesi:
Bilindiği gibi, dünya evrende bir toz tanesi kadar küçük bir gök cismi ve güneşin bir uydusu. Ama Kur’an’a sanki dünya altta, bütün yıldızlar üstteymiş ve Allah tutmasa yere düşermiş şeklinde yansıtılmış. Bu da Kur’an yazarının bilimsiz şartlarda yetişen bir insan olduğunu gösteriyor.
Hac 65. Görmüyor musun ki, Allah bütün yerdekileri ve emri uyarınca denizde akıp gitmekte olan gemileri sizin hizmetinize vermiştir. İzni olmaksızın yerin üzerine düşmesin diye göğü O tutuyor. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.
22- Dünyanın düz olduğu:
Kur’an’ın yer ve gök ayetlerindeki ifadelerinden yeri uçsuz bucaksız düz bir alan, göğü ise yerin üzerinde bir kubbe olarak düşündüğü net olarak anlaşılır. Örneğin “Cennetin genişliği göklerle yer kadardır” ifadesi, yerin bir gök cismi olmadığının sanıldığını açıkça ortaya koymaktadır. Sanki bir uçta yer diğer uçta 7. gök varmış gibi düşünülmektedir. Ayrıca Fussilet suresinde yerin ayrı göğün ayrı yaratıldığı ifadeleri de bunu göstermektedir.
Bundan çok daha net olarak Şems suresi 6. ayetinde düzlenmiş olan yere yemin edilir. Ancak bu ayet mealciler tarafından tahrif edilerek yayılıp döşenmiş olarak çevrilmiştir.
Şems 6. Vel ardı ve mâ tahâhâ. — Ve yere ve onu düzleyene.
taha düzlemek demektir, tahiv kökünden düzgün sözcüğünden gelir. Elmalılı tefsirinde belirtilmiştir. Haznevi tefsirinde de 6- Yer´e ve onu düzeltene, şeklinde çevrilmiştir.

C- KUR’AN İLE TEVRAT ARASINDAKİ ÇELİŞKİLER
1- İbrahim’in babasının adı; Tevrat’a göre Tarah, Kur’an’a göre Azer.
2- İbrahim’in kurban etmek istediği oğlu; Tevrat’a göre İshak, Kur’an’a göre İsmail.
3- İsmail Tevrat’a göre peygamber değil, Kur’an’a gore peygamber.
4- Süleyman; Tevrat’a göre kral, Kur’ana göre peygamber.
5- Davud; Tevrat’a göre kral, Kur’ana göre peygamber.
6- Cennette Havva’yı aldatan Tevrat’ta yılan, Kur’an’da şeytan.
7- Tufan Tevrat’a göre tüm dünyaya, Kur’ana göre sadece Nuh’un kavmine.
8- Nuh’un gemisi; Tevrat’a göre Ararat dağına, Kur’an’a göre Cudi dağına.
9- Haman; Tevrat’ta Pers kralının yardımcısı, Kur’ana göre firavunun taş ustası.
10- Tanrının adı; Tevrat’ta YHWH, Kur’an’da Allah.
11- Tevrat’a göre insan, tanrının suretinde yaratılmıştır. Yani tanrı, insanın en mükemmel halidir. Ama Kur’an’a göre Allah’ın eşi-benzeri yoktur.
12- Putlara tapmadığı için ateşe atılan; Tevrat’ta 3 Yahudi, Kur’an’da İbrahim.
13- İmran; Tevrat’a göre Musa’nın babası, Kur’an’a göre İsa’nın dedesi.
14- Savaşa giderken, dizlerinin üzerine çökerek su içen askerlerin komutanı Tevrat’a göre Gideon, Kur’an’a göre Talut.
15- Deve eti Tevrat’ta haram, Kur’an’da helal.
Yahudiler Muhammed’e gelip; ” Sen İbrahim’in tevhid dinini getirdiğini söylüyorsun ama o senin gibi deve eti yemezdi, çünkü haramdı.” derler. Bunun üzerine gelen ayette şöyle der:
Ali İmran-93. Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helal idi. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Tevrat’ı getirip okuyun.”
Tevrat’ı okuduğumuzda devenin yasak edilmiş olduğunu görmekteyiz:
Levilile 11:4-24. Ancak geviş getiren ve çatal tırnaklı olan hayvanlardan etini yememeniz gerekenler şunlardır: Deve geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır.
Bu durumda deve daha sonra temiz ve eti yenebilir hale evrimleştirilip mi helal kılınmıştır? Yoksa zaten temiz ve helaldi de Tevrat mı tahrif edilmiştir? Sebebi Kur’an’da belirtilir:
Enam-146. Yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık. Sığır ve koyunların ise, sırtlarında veya bağırsaklarında bulunanlar, ya da kemiklerine karışanlar dışındaki içyağlarını (yine) onlara haram kıldık. İşte böyle, azgınlıkları sebebiyle onları cezalandırdık. Biz elbette doğru söyleyenleriz.
Dünya halklarından sadece Yahudilere konan bir yasakmış!!
D- KUR’AN İLE İNCİL ARASINDAKİ ÇELİŞKİLER
1- İsa bebekken, İncil’e göre mucize göstermemiş, Kur’an’a göre göstermiştir. Konuşmuş ve peygamber olduğunu söylemiştir.
2- İsa, İncil’e göre çarmıha gerilmiştir. Kur’an’a göre çarmıha gerilen İsa değil, İsa’ya benzeyen başka biridir.
3- Kur’an’a göre İncil’de Ahmet’den bahseder, İncil’de Ahmet ismi geçmez.
4- Şeytan, İncil’e göre melek, Kur’an’a göre cindir.
5- Şeytan, İncil’e göre Tanrı ile aynı mertebeye ulaşmak istediği için, Kur’an’a göre ise Adem’e secde etmediği için lanetlenmiştir.
6- İncil’e göre iyilikler Tanrıdan kötülük şeytandan, Kur’an’a göre hayır da şer de Allah’tandır.
7- İncil’de bir aziz olarak geçen Yahya’nın babası Zekeriya, Kur’an’da peygamber olarak geçer. Buna karşın Tevrat’taki Zekeriya peygamberden hiç bahsedilmez. Yani Kur’an’da Meryem’ler karıştırıldığı gibi, Zekeriya’lar da karıştırılmıştır
submitted by İddia Ve Savunma Dokunulmazlığı Nedir? Yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnadlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması hâlinde, ceza verilmez. Ancak, bunun için, isnat ve değerlendirmelerin "iddia" ifadesini Türkçeden Kürtçeye çeviri yapıldığında miçilge. anlamına gelmektedir. X/X iddaa ne demek sorusu iddia oynayan birçok kişinin kolaylıkla cevap verebildiği bir sorudur. Bu bahis şekli ilk yarı ve maç sonucuna dair yapacağınız bir bahis şeklidir. İlk yarı bahisi yapacağınız zaman ilk yarı bittiğinde maçı kimin önde kapatacağı konusunda bahis yaparsınız. ilk yarı sonucunda farklı seçenekler bulunmaktadır. Kutsal adına en mükemmel ve son sözün belirli bazı insanlar, ruhbanlar, hahamlar, veliler, amirler veya alimler tarafından söylendiğini iddia etmek, din alanını sözsüz, cansız ve insansız bırakmak anlamına gelmektedir. Dini anlamak ve anlamlandırmak, dini alanda insanı canlı, söz sahibi ve üretken kılmak demektir. Dinler tarihinde Kutsal’a dair söylenen her şey, insan ... Kulluk ispat ister, tüm sahte ilahları kanun koyucuları (tağutları) reddetmeden Allah’a kul olunmaz. Hem Allah’a kul olduğunu iddia etmek, hem de Allah’tan başkalarına kul olmak çok çelişkili bir durumdur. Kulluk etmek insanın fıtrat ve yaratılışındaki gayenin gereğidir. Başka bir ifadeyle, usul ve adabına uygun bir şekilde başlanmış bir ibadeti bozup, geçersiz hâle getiren davranış ve eksikliktir. Hukukî işlem veya ibadetin bozulmasına fesât, bu işlem ya da ibadete de fâsit denir. (bk. Fesât) (İ.P.) İDDİA Nedir? Ne demektir? 0. By admin on 24 Ocak 2019 bulmaca. İDDİA bulmaca anlamı nedir? İDDİA nedir? Bulmaca meraklıları için bulmacalarda, bulmacada, çengel bulmacada, kare bulmacada, bulmaca sorularında, bilmece sorularında, posta gazetesi bulmacalarında, posta gazetesi bulmaca çöz sözcük avı, zeka bulmacaları veya bulmacada sorulan İDDİA bulmaca sorusunun cevabı ... İddaada üst ne demektir? Over (Üst): Yukarıda anlattığımız bahsin tam tersidir. Yani maçta en az 3 gol olmalıdır. Maçın skoru 2-1, 1-2, 2-2, 3-0, 4-1 gibi toplam gol sayısı en az 3 olursa karşılaşma Over (Üst) bitmiştir demek. Örneğin Galatasaray - Kayseispor maçı 2-2 biterse bu maça Over (Üst) oynayanlar kazanmış sayılır. Futbol için iddaada alt üst kavramları ... iddia kelimesinin anlamı. iddia için 3 adet anlam bulundu. İleri sürülerek savunulan düşünce, sav. Kendinde olmayan bir yeteneği, bir durumu varmış gibi gösterme. Bir istemin, bir iddianın “dava” sayılabilmesi için temelde 3 unsur vardır. Bunlar, “davacı“, “davalı“, “dava konusu“ “Davacı” ; Eski dilde, davacıya Müddei denilirdi. Müddei, iddiada bulunan, istemde bulunan demektir.
İddaa sistem hakkında fazla bilgisi olmayan arkadaşlar adına hazırladığım videonun içeriği şu şekildedir.1. Sistem nedir?2. Sistem neden oynanır?3. Hangi Sis... Bilgi Marketten herkese selamlar. Bu Videomuzda Sizlere Yeni Sistemden BahsettikTÜM VİDEOLARIMIZ: http://www.youtube.com/c/BilgimarketKANALA ABONE OL: https:... handikap nedir nasıl oynanır?handikap ne demek?handikap oynamaiddaa handikap Merhaba arkadaşlar :2018 liglerin yeni başlamasından dolayı 2.5 üst 3.5 üst ilk yarı 1.5 üst bulma taktiği video da izleyebilirsiniz. İyi seyirlervideoları ... sizce robotlar zekalarının yanı sıra duygularını da geliştirirse ne olur ? barış özcan'la birlikte izleyelim. dipnot:bu video barış özcanın detroit:become hu... nesine.com idda sitesi nasıl kullanılır?idda sitesi hakkinda nesine.comgüvenilir bir idda sitesi olan nesine.com idda sitesi yasal spor bahis sitesidir. Bütün iddia cevaplarının metinlerine buradan ulaşabilirsiniz: http://www.sorularlarisale.com/kategori/66888/said_nursi_gercegi_iddialarina_cevaplar.html36. İ...